Paylaş
Ardından konuyu kamu görevlilerinin yargılanmalarını zorlaştıran Memurin Muhakematı Kanunu’nu değiştiren ve ayrıca işkence cezalarının arttırılmasını öngören tasarılara getirerek şöyle dedi:
“Bu tasarıların Meclis’te yasalaşması ve hükümet tarafından ciddiyetle uygulanması Türkiye’de içte çok farklı bir ortam yaratacak ve dış ilişkilerimizde de çok önemli değişimlere yol açacak. Yapmazsak bunun tersi olacak. Buna müstahak değiliz doğrusu...”
Bundan 20 yıl önceydi. Doğrusu bu fikirlerin bürokrasi içinde pek taraftarı yoktu o günlerde. Türkiye henüz AB tam üye adayı olamamıştı. Ankara Palas’ta 1 Şubat 1999 tarihindeki yemekte konuk ettiği Hürriyet yazarlarına Türkiye’nin insan hakları gündemi ve güneydoğu sorununa ilişkin bu açıklamaları yapan kişi Dışişleri Bakanlığı’nın en üst konumdaki bürokratı olan müsteşar Korkmaz Haktanır’dı.
“Bunlar sizin üzerinize vazife değil diyebilirsiniz. Dışişleri nihayet mevcudu savunmakla da yetinebilir” diyerek, bu taleplerin Dışişleri’nden gelmesinin ilk bakışta şaşırtıcı olabileceğini kendisi de kabullenmişti o sohbette.
Ancak mevcudu savunmakla yetinemeyeceklerini de şu sözlerle vurgulamıştı Haktanır:
“Türkiye’nin gerçekten bu konularda ciddi bir reform sürecinden geçmesinin kendi menfaatine olduğuna inanmış insanlarız. Artık bu yükü sırtımızdan atmamız gerekiyor.”
*
Geçen ay kaybettiğimiz emekli büyükelçi Korkmaz Haktanır hatırlanırken, genellikle Kıbrıs davasına olan bağlılığı, Kıbrıs sorununun uluslararası diplomasi alanındaki seyrine yaptığı katkılar ön plana çıktı. Kıbrıs sorunundaki çizgisi ve oynadığı rol, kuşkusuz Haktanır’ın diplomasi kariyerinin en önemli köşe taşlarından biridir. Ancak Tahran, Varşova, Londra ve Kahire gibi dört merkezde büyükelçi olarak bulunan Haktanır’ın kariyerini değerlendirirken yalnızca bu dosyaya odaklanamayız. Başka başlıklardaki mesaisinin, bu arada müsteşarlığı sırasında Dışişleri’nin insan hakları ve siyasi reformlar sürecinde oynamaya başladığı başat rolün özellikle teslim edilmesi gerekiyor.
Haktanır, 1997 Haziran ayında Mesut Yılmaz’ın başbakanlığındaki ANAP-DSP-DTP koalisyon hükümetinin kurularak DSP’li İsmail Cem’in Dışişleri Bakanlığı’na gelmesinden sonra Ekim ayında bakanlık müsteşarlığını üstlendi. 1999 başında kurulan kısa süreli DSP azınlık hükümeti ve bunu izleyen yine Bülent Ecevit’in başbakanlığındaki DSP-MHP-ANAP koalisyonu sırasında devam etmek üzere 2000 yılı Mart ayına kadar bu görevi yürüttü.
Bu dönemde Türkiye’nin denklemini etkileyen iki büyük hadiseyi hatırlamamız gerekir. Bunlardan biri, 1997 Aralık ayında AB’nin Lüksemburg zirvesinde Türkiye’nin tam üyelik adaylığını reddetmesinin derin bir hayal kırıklığına yol açması ve yürütülen çetin bir mücadelenin ardından 1999 yılının hemen sonundaki Helsinki zirvesinde adaylığın resmen tescil edilmesidir.
Helsinki kararına giden süreç Türkiye’nin çok köklü reformlara başlamasını, bu yönde inandırıcı bir irade sergilemesini Ankara’daki karar vericilerin gündemine çoktan dayatmıştı. Bu noktada AB hedefinin gerektirdiği reformların Türk bürokrasisindeki en kuvvetli savunucusu Dışişleri Bakanlığı oldu. Bu çerçevede Kürt sorunu ve başta işkence olmak üzere insan hakları ihlalleri Dışişleri’nin öncelikli dosyalarından biri haline geldi. Haktanır’dan yaptığımız alıntılar, bakanlığın o dönemde bu dosyalara verdiği stratejik önceliğin, bu bağlamda Dışişleri’nin o yıllarda devlet mekanizması içinde temsil ettiği reformcu, özgürlükçü zihniyetin de bir ifadesidir.
Haktanır döneminin hayati bir dosyası, terörist Abdullah Öcalan’ın 1998 sonbaharında izlenmeye başlayan baskı politikasıyla ekim ayı başında Suriye’den çıkmaya zorlanıp, uzun bir mücadelenin ardından 1999 Şubat ayında Kenya’da yakalanıp Türkiye’ye getirilmesidir. Bulunduğu görevde, Öcalan’ın Suriye’den çıkışından Türkiye’ye getirilişine kadar geçen süre içinde Yunanistan-İtalya-Rusya-Kenya arasında oynanan ve ABD’nin de müdahil olduğu köşe kapmacada yürütülen etkin diplomasinin önemli aktörlerinden biri olmuştur.
*
Haktanır’ı anlatırken onun kişiliğini ve mesleki hasletlerini vurgulamadan geçemeyiz. İnsan olarak zarafeti, nezaketi ve mütevazı kişiliği ile galiba Türkiye’de giderek nadir hale gelen bir çizgiyi temsil ediyordu. Buna karşılık, meslektaşı büyükelçi Osman Korutürk’e göre, “Yumuşak görünüşünün yanı sıra, kibar fakat gerektiğinde gereken ölçüde bir sertlik de gösterebilen çok onurlu bir kişiliğe sahipti”.
Müsteşarlıkta halefi olan büyükelçi Faruk Loğoğlu ise Haktanır’ın -gerek bakanlığa girişte gerek terfi ve tayinlerde- liyakat ölçülerini titizlikle gözeterek Dışişleri’nin geleneklerine kuvvetle sahip çıktığına dikkat çekiyor. Halefine göre hem kişiliği hem de profesyonel ölçüleriyle bakanlığın farklı kuşakları arasında bir konsensus yaratabilmişti.
Mesai arkadaşlarının hepsinin üzerinde birleştikleri bir yönü de üstlerine karşı görüşlerini açıklamaktan kaçınmayan, görevinin siyasi otoriteye doğruları söylemekten geçtiğine inanan bir diplomat olmasıydı.
Korkmaz Haktanır’ı şahsında temsil ettiği bütün bu ölçülerin ve değerlerin yarattığı zenginlikle hatırlayacağız.
Paylaş