Paylaş
Bu görevi, Ürdünlü diplomatı insan hakları alanında dünyanın en önemli otoritelerinden biri yapıyor. Bu makama getirilmiş olan ilk Asyalı, Müslüman ve Arap olduğu resmi biyografisinde altı çizilerek vurgulanıyor.
Zeid, bu göreve diplomasi alanında parlak bir kariyerin ardından atandı. Öncesinde Ürdün’ün hem Washington Büyükelçiliği hem de New York’taki Birleşmiş Milletler Daimi Delegeliği gibi iki prestijli görevde bulunmuştu.
Cambridge’ten doktoralı Zeid, yalnızca diplomasi değil, aynı zamanda uluslararası hukuk, uluslararası ceza hukuku ve insan hakları alanında özellikle BM bünyesinde üstlendiği bir dizi önemli görevle temayüz etmiş bir isim.
Ve Türkiye ile de özel ilişkisi olan bir şahsiyet Zeid. Kendisi, yirminci yüzyılda Türkiye’nin modern resimdeki en önemli sanatçılarından biri olan Fahrelnissa Zeid’in Iraklı diplomat Emir Zeid ile yaptığı ikinci evliliğinden olan torunu. Babaannesinin erkek kardeşi de Cevat Şakir Kabaağaçlı. (Halikarnas Balıkçısı)
*
Zeid, Birleşmiş Milletler İnsan Hakları Konseyi’nin geçen pazartesi günü Cenevre’de düzenlenen 36’ncı oturumunda yaptığı açış konuşmasında önce bu görevde geride bıraktığı üç yıllık mesaisinin genel bir değerlendirmesini yaptı, ardından dünyada insan haklarının gidişatıyla ilgili gözlemlerini paylaştı. Konuşması, insan haklarının küresel ölçekteki durumu konusunda bir hayli karamsar bir tabloyu yansıttı.
Komiser, dünyanın dört bir tarafındaki insan hakları sorunlarını ülke bazında tek tek ele alırken, Çin’den Ortadoğu ve Afrika ülkelerine, Avrupa kıtasında Polonya ve Macaristan’dan –göçmenleri hedef alan uygulamalar nedeniyle- Trump yönetimindeki ABD’ye kadar hiçbir ülkeden eleştirisini esirgemedi.
Konuşmasında olumlu örnek olarak övgüyle anlattığı vaka ise Datça Yarımadası’nın hemen karşısında bulunan Yunan adası Tilos’taki belediyenin mülteciler için uyguladığı -mülteci çocukların okullara kaydedilmesi gibi- kucaklayıcı entegrasyon projeleriydi.
*
Türkiye’de insan haklarının durumu da Zeid’in konuşmasında geniş bir yer kaplıyor ve oldukça eleştirel tonuyla dikkat çekiyor.
Örneğin, Türkiye’deki liderliğin Arakanlı Müslümanlar ve diğer ülkelerde insan hakları konusunda ifade ettiği kaygıları “derin” bir memnuniyetle karşıladığını belirterek söze giriyor Zeid, ancak hemen ardından “Hükümetten aynı hassasiyeti Türkiye’de insan haklarının -kötüleşmeye devam etmekte olan- durumu için de göstermesini bekliyorum” diye konuşuyor.
BM İnsan Hakları Yüksek Komiseri, Türkiye’de ifade ve bilgi alma özgürlüklerinin büyük baskı altında olduğu tespitini de yapıyor değerlendirmesinde. Çok sayıda gazeteci, yargı mensubu, akademisyen, kamu görevlisi, insan hakları savunucusunun tutuklu ya da gözetim altında olduğuna dikkat çekiyor, ayrıca kamudaki ihraçları gündeme getiriyor.
Bu bağlamda devletin onaylamadığı dini hareketlerle, solcu ya da Kürt sorununa odaklanan örgütlerle bağlantılı olduğundan şüphe duyulan şahısların hedef alındığını ileri sürüyor. Başvurulan önlemlerin orantısız gözüktüğünü ve keyfi de olabileceğini söylüyor.
Uluslararası Af Örgütü’nün geçen temmuz ayında Büyükada’da düzenlediği bir insan hakları çalıştayına katılan 10 kişinin tutuklanması da Zeid’in Türkiye değerlendirmesinde kuvvetli bir vurguyla eleştiriliyor, hükümet bu uygulamalara son vermeye çağrılıyor.
BM İnsan Hakları Komiseri, ayrıca olağanüstü halin uzatılmaması ve KHK’larla kamudan ihraç edilen vatandaşların şikayetlerini incelemek üzere oluşturulan komisyonun bağımsız ve işlevsel bir şekilde çalışması beklentisini de vurguluyor.
Ve nihayet çok uzun bir zamandır güneydoğuya bir insan hakları gözlemci heyeti gönderme konusundaki ısrarını da sürdürüyor Zeid. Kendisinin iki yıldır bu konuda yaptığı başvurulara olumlu bir yanıt verilmiş değil.
Bu konuşmadan Zeid’in olağanüstü hal uygulamasının insan hakları alanındaki sonuçlarıyla ilgili bir rapor hazırlamakta olduğunu da öğreniyoruz.
*
Zeid’in BM İnsan Hakları Konseyi’ndeki bu konuşması, Türkiye’de insan haklarının içinde bulunduğu durumun uluslararası insan hakları kuruluşları ve AB gibi örgütlerden sonra Birleşmiş Milletler camiası içinde de ciddi bir kaygı konusu olarak belirmekte olduğuna işaret ediyor.
Raporun kuşkusuz eleştiriye açık yönleri de var. Örneğin Fetullahçı örgütün isim verilmeden sadece bir ‘dini hareket’ gibi takdim edilmesi, Türkiye’de yaşanan darbe gerçekliği ve bu örgütün suç sicilini yansıtmaktan çok uzak düşen bir naiflik taşıyor.
Bu gibi problemli yönlerine karşılık BM İnsan Hakları Komiseri’nin değerlendirmeleri, Türkiye’nin dışarıda nasıl algılandığını görmek bakımından ciddiye alınması gereken bir mesele olarak karşımıza çıkıyor.
Paylaş