Bir ulusal güvenlik tehdidi olarak ‘vadedilmiş topraklar’ meselesi

Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın 1 Ekim tarihinde yeni yasama yılının açılışı dolayısıyla TBMM’de yaptığı konuşmayla birlikte, siyasetin ve kamuoyundaki tartışmanın gündemine yerleşen “vadedilmiş topraklar” meselesine nasıl yaklaşmamız gerekiyor?

Haberin Devamı

İsrail, Yahudilik inancında Milat’tan 1312 yıl önce indiği kabul edilen Tevrat’ta yer alan bu vaat çerçevesinde Türkiye’nin topraklarına göz dikebilir mi? Türkiye’den toprak almak gibi bir hedefin peşine düşebilir mi?

İşte yeni tartışma konularımız bu sorular...

Bu sorulara yanıt aramak üzere yola çıkarken önce Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın bu konudaki açıklamalarını kısaca hatırlamamız gerekiyor. Erdoğan, 1 Ekim konuşmasının oldukça geniş bir bölümünü İsrail’in Gazze’de yürüttüğü soykırıma ve savaşı bölgeye yayma yönündeki stratejisine ayırıyor.

Bu akış içinde konuşmasında şunları söylüyor:

“Vadedilmiş topraklar hezeyanıyla hareket eden İsrail yönetiminin tamamen dini bir fanatizm ile Filistin ve Lübnan’dan sonra gözlerini dikeceği yer, açık söylüyorum, bizim vatan topraklarımız olacaktır. Şu anda bütün hesap bunun üzerinedir...”

Haberin Devamı

‘ANADOLU’YU İÇİNE ALAN HAM HAYAL’

Erdoğan, ardından “Netanyahu hükümetinin Anadolu’yu da içine alan bir ham hayal kurduğunu ve ütopya peşinde koştuğunu” kaydederek, şöyle devam ediyor:

“Bu niyetlerini çeşitli vesilelerle ifşa etmektedir. 7 Ekim’den beri yaşanan her gelişme, bu tehdidin boyutunu biraz daha artırmaktadır. İsrail’in Filistin ve Lübnan’daki saldırılarını çok yakından takip ederken, Irak’ın ve Suriye’nin kuzeyinde bölücü örgütü maşa olarak kullanmak suretiyle, nasıl birer küçük uydu yapı kurmak istediğini de çok net görüyoruz.”

Cumhurbaşkanı, bu sözleriyle İsrail’in Irak ve Suriye’nin kuzeyinde PKK üzerinden birer küçük “uydu yapı” kurmak istediği mesajını veriyor.

Burada özellikle Suriye’de Fırat’ın doğusunda PKK uzantısı YPG/PYD’nin omurgasını oluşturduğu, ABD’nin himayesindeki ‘Özerk Yönetim’e yapılan bir gönderme var. ABD’nin güdümündeki bu yapılanmaya doğrudan İsrail’i de dahil etmiş oluyor Cumhurbaşkanı.

Erdoğan, aynı konuşmasının daha sonraki bir bölümünde “Filistin ve Lübnan güvende değilse, kendinizin güvende olabileceğine gerçekten inanıyor musunuz? İsrail saldırganlığı, her fütursuz açıklamayla görüyoruz ki, Türkiye’yi de içine almaktadır. Vatanımız için, milletimiz için, bağımsızlığımız için bu saldırganlığa, bu devlet terörüne, elimizdeki her imkânla karşı durmayı sürdüreceğiz” diye konuşuyor.

Haberin Devamı

‘ARZ-I MEVUD’ MESELESİ

Erdoğan, bu açıklamasından sonra 4 Ekim tarihinde Adana’da Teknofest’e hitabında aynı temayı daha kısa bir şekilde işledi. Konuyu İsrail’e getirerek, “Bölgemizde sadece Gazze, Batı Şeria ve Lübnan ile sınırlı kalmayacak sinsi bir plan uygulamaya konulmuştur. Bu planın nihai hedefinin neresi olduğunu görmek ve anlamak için kâhin olmaya gerek yoktur” dedi.

“Nihai hedef” neresidir? Şu sözlerinden adres Türkiye’ye çıkıyor:

“Tarih bilen, dinler tarihi bilen, siyaset ve diplomasi bilen herkes meselenin Kudüs, Mescid-i Aksa ve ‘vadedilmiş topraklar’ hezeyanı ile bağlantısını kolayca idrak edecektir. Biz hepimiz arz-ı mevud’un ne olduğunu gayet iyi biliriz. Vadedilmiş toprakların ne olduğunu gayet iyi biliriz. 30 kilometre mesafede adeta Türkiye’ye meydan okuma yarışına giriyorlar. Bunları biz gayet iyi biliriz. Mevcut İsrail yönetimi yaptığı her açıklamayla, paylaştığı her haritayla asıl niyetlerini ortaya koyuyor.”

Haberin Devamı

Erdoğan’ın konuşmasında atıf yaptığı “arz-ı mevud”, Yahudi inancına göre Hz. İbrâhim’e ve onun soyundan gelenlere vaat edilen topraklardır.

‘COĞRAFYAMIZDA SINIRLARIN KANLA ÇİZİLECEĞİ BİR PLAN UYGULANIYOR’

Sonraki günlerde yaptığı açıklamalarını incelediğimizde, Erdoğan’ın “vadedilmiş topraklar” söylemini yan temalarla çeşitlendirerek, genişleterek gündemde tuttuğunu görüyoruz.

Örneğin, 5 Ekim tarihinde partisinin “Özümüzden Geleceğe Türkiye Buluşmaları” toplantısında yaptığı konuşmada “Dini fanatizmle hareket eden mevcut İsrail yönetiminin niyeti bellidir” dedikten sonra bölgede sınırların yeniden çizilmesi konusunu açıyor.

Cumhurbaşkanı, “Tıpkı geçen yüzyılın başında olduğu gibi, coğrafyamızda sınırların kanla çizilmesine yönelik sinsi bir plan uygulamaya konulmuştur. Hamas sadece bahanedir” dedikten sonra “İsrail vasıtasıyla yeni ve kirli bir paylaşım savaşının yürütüldüğünü” belirtiyor.

Haberin Devamı

Keza önceki gün partisinin grup konuşmasında “Vadedilmiş topraklar” temasına dönüyor ve “bu hezeyanın varacağı yerin hüsran ve hezimet olacağını” söylüyor.

İSRAİL’İ ULUSAL GÜVENLİK TEHDİDİ OLARAK TANIMLIYOR

Hepsini bir araya getirdiğimizde şu gözlemi yapabilmek mümkündür. Cumhurbaşkanı, “Vadedilmiş topraklar” söylemi üzerinden İsrail’e atfettiği Türkiye sınırlarına dönük niyetleri, Türk kamuoyuna bir ulusal güvenlik tehdidi olarak tanımlamış olmaktadır.

Bu durumda İsrail’in caydırılması, önlenmesi da aynı mantık içinde bir ulusal güvenlik hedefine dönüşmektedir Erdoğan’ın açıklamalarında.

Bu tehdit temasının Erdoğan’ın ve Cumhur İttifakı’nın yeni dönemdeki siyasi platformunun öncelikli ve kuvvetli başlıklardan biri olarak yerleşeceğini söylemek mümkündür.

Haberin Devamı

TEVRAT’TA NE DİYOR?

Her halükârda söylem analizi yapıldığında, Erdoğan bu tehdit tanımlamasının kökenini teolojik bir kaynak üzerinden izah etmektedir.

Peki “Vadedilmiş topraklar”ın kaynağı olan Tevrat’a baktığımızda bu konu nasıl geçiyor?

Tevrat’ın birinci kitabı Tekvin’de 15’inci Bap’ın sonunda şöyle bir ifade var:

“... Ve vaki oldu ki, güneş batıp karanlık olunca, işte, dumanlı bir fırın ve alevli bir meşale bu parçaların arasından geçti. O günde RAB Abram’la ahdedip dedi: Mısır ırmağından büyük ırmağa, Fırat ırmağına kadar, bu diyarı, Kenileri ve Kenizzileri ve Kadmonileri ve Hittileri ve Perizzileri ve Refaları ve Amorileri ve Girgaşileri ve Yebusileri senin zürriyetine (soyuna) verdim.”

Tevrat’ın bu bölümünde kastedilen “diyar” Nil nehri ile kuzeyde Fırat nehri arasındaki bölgedir.

İsrail’in, o zaman bu dini kaynaktan yola çıkarak Türkiye topraklarına göz diktiğinde, Türkiye sınırına ulaşabilmesi için önce kuzeye doğru Lübnan ve Suriye’yi kat etmesi gerekeceği aşikârdır.

Peki böyle bir stratejinin İsrail açısından uygulanabilirliği var mıdır?

Yarın bu soruyla birlikte İsrail’in Türkiye’ye dönük yarattığı tehdit tartışmasını nihai bir yazıyla noktalayalım.

Yazarın Tüm Yazıları