Paylaş
A partisi: 500 bin
B partisi: 300 bin
C partisi: 120 bin
D partisi: 80 bin
Senaryomuzda A ve D partilerinin ittifak kurduklarını, ulusal düzeyde yüzde 10 barajı uygulandığını, C ve D partilerinin ülke genelinde bu barajın altında kaldıklarını varsayalım. Buna göre, baraja takılan C partisi yalnızca o ilde değil, ülke genelinde de D partisinden fazla oy almıştır.
Bu durumda C partisi D partisinden daha başarılı bir sonuç almış olmakla birlikte, yüzde 10 barajını aşamadığı için milletvekili çıkartamayacaktır. D partisi ise C partisinden daha zayıf bir performansı olmasına karşılık, ittifak yapmış olmanın sağlayacağı avantajdan yararlanarak, bu ilden TBMM’ye bir milletvekili sokabilecektir.
Bu senaryoda söz konusu ilden A partisi 6, B partisi 3 ve D partisi 1 milletvekili elde etmiş olacaktır. Baraj engeline takılmamış olsaydı C partisinin alacağı bir milletvekilliği bu örnekte D partisine gidecektir.
Özetle, C partisinin hakkı D partisine geçmiştir. C partisinin sandıkta daha başarılı olması, seçim kampanyasında daha çok çalışmış olması gibi faktörler sonucu değiştirmemektedir.
TBMM’de büyük bir süratle kabul edilen, muhtelif seçim kanunlarında değişiklik yapan kanun teklifinin yol açacağı en önemli sonuçlardan biri, ittifak kuran partileri ittifak arayışına girmeyen partiler karşısında avantajlı duruma getirecek olmasıdır.
Verdiğimiz örnekte C partisine oy kullanmış olan seçmenlerin oyu boşa giderken, daha az oy almış olan D partisinin seçmenleri ödüllendirilmiş olmaktadır.
Ancak pekâlâ başka senaryolarda baraja takılan partinin milletvekilliği en çok oyu almış ittifak partisine de gidebilecektir. Daha zayıf bir ihtimal olmakla birlikte, ikinci partinin de sınırlı kazanımları söz konusu olabilir. Ayrıca, bu örnekten farklı bir şekilde D partisi C partisinin önüne de geçmiş olabilir.
Senaryoları çoğaltmak, teorik olarak ihtimalleri arttırmak mümkün. Ancak işin prensibine baktığımızda, barajın işleyişinde partilere genel kural olarak eşit muamele yapmayan, ayrım gözeten bir düzenle karşılaşıyoruz.
Bu yönüyle Anayasa’nın daha ‘başlangıç’ bölümünde yer verilen, Anayasa’nın en temel hükümlerinden biri olan, ona ruhunu veren ‘eşitlik ilkesi’ne ters düşen bir durumdan söz ediyoruz. Anayasa’nın başlangıç bölümünde “Her Türk vatandaşının bu Anayasa’daki temel hak ve hürriyetlerden eşitlik ve sosyal adalet gereklerince yararlanacağı” vurgulanıyor.
Keza, Anayasa’nın onuncu maddesi, “Devlet organları ve idare makamları bütün işlemlerinde kanun önünde eşitlik ilkesine uygun olarak hareket etmek zorundadırlar” hükmünü taşıyor.
Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin 2008 tarihli Yumak ve Sadak kararı da bu tartışmaya ışık tutacak nitelikte. AİHM, bu kararında DEHAP’lıların barajla ilgili şikâyeti karşısında, dosyada bir ihlal vermemekle birlikte yüzde 10 barajını ‘aşırı’ bulduğunu belirtmişti. Bu kararın önemli bir vurgusu, “Yüzde 10 barajının herhangi bir ayrım yapılmadan genel bir kural olarak bütün siyasi partilerin adaylarına uygulandığını” belirtmesiydi.
Oysa AİHM’nin kanaatinin şekillenmesinde rol oynayan bu genel kural yeni yasayla kalkmaktadır. Sonuçta, yeni sistemin bu yönüyle adil olmadığını, hakkaniyet ilkesiyle bağdaşmadığını söylemeliyiz. Anayasa Mahkemesi’nin önümüzdeki dönemde konu önüne geldiği takdirde Anayasa’nın eşitlik ilkesi açısından nasıl bir karar vereceği kritik önem taşıyor.
Paylaş