Paylaş
“Münbiç’teki teröristlerin bir an önce bölgeden uzaklaştırılması gerektiği, aksi takdirde Türkiye’nin diğer bölgelerde olduğu gibi burada da bizzat inisiyatif kullanmaktan çekinmeyeceği belirtilmiştir...”
Bir başka anlatımla, Ankara, Trump yönetimine PKK/YPG unsurlarını buradan çıkartmadığı takdirde “TSK’nın Menbiç’e gireceği” mesajını olabilecek en açık ve kuvvetli bir dille iletmiş oluyor.
Bu mesaj Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın geçen pazar günü Trabzon’da partisinin il kongresinde yaptığı konuşmada da karşımıza çıkmıştı. Erdoğan, Menbiç konusunda “Terör örgütü çıkartılmazsa o zaman bu işi bölge halkıyla birlikte biz yapmak mecburiyetinde kalırız. Kimsenin taktik hesabı, konjonktürel siyaseti bizi bağlamaz” dedikten sonra eklemişti: “Biz elbette müttefiklerimize silah doğrultmayız ama gördüğümüz teröristi de affetmez, indiririz...”
Menbiç’te hatırı sayılır bir Amerikan askeri gücünün bulunması, belli ki, Erdoğan’ı uyarıyı yaparken “Müttefiklerimize silah doğrultmayız” sözleriyle dikkatli bir dil kullanmaya yöneltmiştir.
Birbiri ardına gelen bu çıkışlar, Afrin’deki Zeytin Dalı harekâtının TSK’nın başarısıyla sonuçlanmasından sonra Ankara’nın zaman kaybetmeksizin Menbiç için ABD’yi baskı altına almaya yöneldiğini gösteriyor.
Önemli bir nokta, önceki akşamki MGK toplantısına katılan Dışişleri Bakanlığı Müsteşarı Büyükelçi Ümit Yalçın’ın dün Washington’a hareket etmiş olmasıdır. Yalçın, MGK’da alınan bu pozisyon üzerinden bugün Amerikalı muhatabı ABD Dışişleri Bakan Vekili John Sullivan’ın karşısına çıkacaktır.
Yalçın’ın gündemi, Menbiç’in PKK/YPG’den arındırılması konusunda Ankara’nın beklentilerini iletmek, mümkünse daha önceden Menbiç konusunda belirmiş olan karşılıklı anlayışı kesin bir mutabakata doğru şekillendirmektir. Buradaki sıkıntı Yalçın’ın ziyaretinin zamanlamasıdır. Çünkü ziyaret, Menbiç konusunda bir düzenlemeye sıcak bakan ABD Dışişleri Bakanı Rex Tillerson’ın Başkan Donald Trump tarafından görevden alınıp yerine Michael Pompeo’nun atanmasından sonra ABD Dışişleri Bakanlığı’ndaki geçiş dönemine rastlıyor.
Türkiye Afrin sonrasında PKK/YPG’yi Menbiç’ten söküp Fırat’ın doğusuna atma hamlesini yaparken, bir diğer hamleyi de Suriye’den sonra bu kez Irak’ta, örgütün Sincar’daki varlığını ortadan kaldırmak üzere gerçekleştiriyor. Bu ikinci hamlede Bağdat’taki hükümetin Sincar’da PKK’nın üzerine gitmesi yönünde harekete geçirilmesi hedefleniyor.
Erdoğan’ın geçenlerde “Bir gece ansızın Sincar’a da gireriz” şeklindeki açıklaması ve “Gerekirse müdahale ederiz” mesajlarını Sincar konusunda da tekrarlamasının ardından, Irak hükümetinin tutumunda belirgin bir hareketlenme gözleniyor.
Sincar, örgütün Kuzey Irak’tan Suriye’ye geçiş yolu üzerindeki en önemli stratejik bölgelerden biri.
Bu bölgenin PKK-YPG unsurlarından arındırılması, örgütün Irak ile Suriye arasındaki hareket serbestisini de ciddi bir şekilde kısıtlamış olacak.
Nitekim geride bıraktığımız günlerde Irak hükümetinin “Türkiye’nin müdahalesine gerek yok” açıklamasını yapıp, ardından bölgeye asker göndererek Suriye sınırını kontrol altına almaya çalışması, bu arada PKK’nın da Sincar’dan çekildiğini açıklaması gibi gelişmeler yan yana konulduğunda, bu cephede gözle görülür bir ilerleme sağlandığını belirtmeliyiz.
Önceki günkü MGK bildirisinde “Örgütünün bölgedeki faaliyetinin öncelikle Irak tarafından önlenmesinin beklendiği, bunun mümkün olmaması halinde bizzat Türkiye tarafından engelleneceği ifade edilmiştir” mesajının verilmesi, Türkiye’nin Irak üzerindeki telkinlerini sürdüreceğini gösteriyor.
Açıklamada, terör örgütünün “Kandil başta olmak üzere Irak’ın çeşitli yerlerinde Türkiye’ye saldırmak üzere yerleştiğinin” vurgulanmasından, ‘gerektiğinde askeri müdahale’ stratejisinin, Sincar’la sınırlı kalmayacağını, coğrafi olarak bütün Kuzey Irak’ın hedeflendiğini anlıyoruz.
Bu gelişmeleri Afrin harekâtının sınanmış sonuçlarıyla birleştirdiğimizde, şu sonuca varabiliriz: Diplomatik ve siyasi yöntemleri tamamlayan bir ‘askeri aktivizm’ anlayışı, yeni dönemde Türkiye’nin bölge politikasında başat bir çizgi olarak yerleşiyor.
Paylaş