Paylaş
Prof. Arslan, bu çerçevede Foucault’ya atıfla Avrupa’da bir zamanlar kişinin suçsuz olduğunun kendisi ya da yakınları tarafından ispatlanmasını zorunlu kılan bir yargılama modelinin benimsendiğini belirtiyor. Bunu yaparken Fransız düşünürün verdiği bazı örnekleri de hatırlatıyor.
SUÇSUZLUĞUN KANITLANMASI İÇİN SU İŞKENCESİ
Buna göre, tarihte suçsuzluğun kanıtlanması amacıyla başvurulan bedensel sınamalar da söz konusuydu. Bunlardan biri “su işkencesi” denen bir yöntemdi. Bu yöntemde suçlanan kişinin sağ eli sol ayağına bağlanıyor ve kişi suya atılıyordu.
Prof. Arslan, “Boğulmazsa suçlu, boğulursa suçsuz olduğu anlaşılıyordu. Boğulmadığında suçluydu, zira su bile onu kabul etmiyordu. Suçsuz olduğunu ispatlaması için suyun onu kabul etmesi yani boğulması gerekiyordu.”
AYM Başkanı’nın aktardığı örneğe bakılırsa, suçlanan kişi her iki şıkta da kaybediyordu.
Prof. Arslan, bu korkutucu örneği verdikten sonra “Suçluluk karinesinden suçsuzluk karinesine geçiş uzun ve sancılı bir sürecin sonunda gerçekleşmiştir. Bu nedenle masumiyet karinesinin ve bunun yanında elbette tüm temel hak ve özgürlüklerin değerini bilmek durumundayız” diye ekliyor.
KAMU GÜCÜ KULLANANLAR KİŞİLERİ SUÇLAMAKTAN KAÇINMALI
“Masumiyet karinesi” Anayasa’nın 38’inci maddesinde “Suçluluğu hükmen sabit oluncaya kadar kimse suçlu sayılamaz” şeklinde ifade ediliyor. Prof. Arslan, AYM kararlarında bu ilkenin iki yönünün vurgulandığını kayda geçiriyor.
Bunlardan birincisi, suç isnadı altında olan kişinin suçluluğu mahkeme kararıyla kesinleşinceye kadar “suçsuz kabul edilmesi” gereğidir. İkincisi ise yargılama sonrasına ilişkin. Buna göre, yargılama mahkûmiyet dışında bir kararla sonuçlandığında kişinin suçlu görülmemesi, özellikle hakkında verilen beraat kararının sorgulanmaması gerekiyor.
Prof. Arslan’ın konuşmasının en çarpıcı yönlerinden biri, masumiyet karinesi ihlallerinin yalnızca mahkemeler değil, aynı zamanda “kamu gücü kullanan herkesten” kaynaklanabileceğini belirtmesidir. Bu bölümünde aynen şunları söylüyor AYM Başkanı:
“Aslında sadece mahkemelerin değil, kamu gücü kullanan herkesin suç isnadı altında bulunup da henüz kesinleşmiş bir mahkeme kararıyla suçluluğu sabit olmamış kişileri suçlu göstermeye yönelik sözleri masumiyet karinesini ihlal edebilir. Başka bir ifadeyle, yargılama makamları ve kamu otoriteleri, devam eden veya beraatle sonuçlanan davalarda kişilerin suçlu olduğu izlenimini uyandıracak söylem ve uygulamalardan kaçınmak durumundadır.”
YARGIYA MÜDAHALE YASAĞININ İSTİSNASI YOK
Prof. Arslan, bu uyarıyı yaparken söz konusu ilkenin ihlalinin yol açacağı önemli bir sakıncaya da dikkat çekiyor. Bu, “Suçluluğu mahkeme kararıyla kesinleşmeden bir kişinin suçlu kabul edilmesine yönelik tutum ve davranışların, mahkemelerin bağımsızlığı ilkesini de zedelemesidir”.
Başkan’ın bu ifadeleri bizi “masumiyet karinesi” ile “yargı bağımsızlığı” arasındaki ilişkiye götürüyor. Prof. Arslan, “Yargı bağımsızlığının etkili şekilde sağlanması, masumiyet karinesinin ve diğer temel hakların korunması bakımından hayati derecede önemlidir” diye konuşuyor.
AYM Başkanı, bu çerçevede Anayasa’nın “Mahkemelerin Bağımsızlığı” başlığı altındaki 138’inci maddesinde yer alan yargı bağımsızlığının birbirini tamamlayan şartlarını sıralıyor. Bunların başında, yargısal görevini yerine getirirken hâkimlerin vicdanlarına müdahale edilmemesi geliyor. Prof. Arslan, bu madde uyarınca “Herhangi bir organ, makam, merci veya kişinin mahkemelere, hâkimlere emir ve talimat veremeyeceğini, hatta tavsiye ve telkinde bulunamayacağını” hatırlatıyor.
Burada altı çizilecek bir nokta, Başkan’ın Anayasa’nın ilgili hükmünü değerlendirirken, bu müdahale yasağının “kategorik” niteliğine dikkat çekmesidir. Bu, “istisnası olmayan kategorik bir yasaktır”. Şöyle diyor AYM Başkanı:
“Bu müdahale yasağının muhatabı ülke içinde veya dışında bulunan tüm organ, makam, merci veya kişilerdir. Konumu, sıfatı veya görevi ne olursa olsun, hiç kimse hiçbir gerekçeyle mahkemelere ve hâkimlere bırakın emir ve talimat vermeyi, tavsiye ve telkinde dahi bulunamaz.”
KENDİLERİNE ÇİZİLEN SINIRLARI KİMSE AŞMAMALI
Konuşmanın önemli bir başka yönü, “yargı bağımsızlığı” ve “masumiyet karinesi” ile “kuvvetler ayrılığı” arasındaki ilişkidir. Bu konuda da şunları söylüyor AYM Başkanı:
“Yargı bağımsızlığının ve masumiyet karinesinin etkili şekilde korunması, devlet organları arasındaki ilişkinin kuvvetler ayrılığı ilkesine uygun şekilde düzenlenmesine bağlıdır. Unutmayalım ki demokratik hukuk devleti, herkesin hukukunun ve hududunun belli olmasını gerektirmektedir. Bu nedenle yasama, yürütme ve yargı organlarının Anayasa’yla kendilerine çizilen sınırları aşmadan görevlerini yerine getirmeleri, hukuk düzeninin korunması ve idamesi bakımından son derece önemlidir.”
Metni okurken kayda değer bulduğum noktalardan biri, Prof. Arslan’ın konuşmasının sonunda çok açık ifadelerle hem yargı hem de yasama ve yürütme mensuplarına yaptığı çağrı oldu. Hâkim ve savcılara yargıyı siyasi polemik içine çekecek davranışlardan uzak durmaları çağrısını yaptıktan sonra yasama ve yürütmeye de şöyle sesleniyor AYM Başkanı:
“Aynı şekilde yasama ve yürütme mensuplarının da yargıyı etkilemeye veya itibarsızlaştırmaya dönük söz, tutum ve davranışlardan uzak durması gerekir. Evet, cübbeyle siyaset olmaz, ancak cübbesiz yargılama da olmaz. Yargı bağımsızlığının ve masumiyet karinesinin korunması, devam eden yargılamalar konusunda hassasiyet gösterilmesini gerektirmektedir.”
SANIKLAR BERAAT Ederlerse MAĞDURİYETLERİ NASIL GİDERİLECEK?
Kendisinin burada özellikle hassasiyet beklediği kesimlerin yürütme ve genel anlamda siyasetçiler olduğu aşikâr. Yargıda sürmekte olan bir dizi kritik davada her kademede siyasilerin kamuoyu karşısında sıkça sanıkları suçlayan kuvvetli beyanlarda bulunmaları, kuşkusuz AYM Başkanı’nın dikkat çektiği, Anayasa’da koruma altına alınmış masumiyet karinesi ilkesinin açık bir ihlalini oluşturuyor.
İleride mahkemeler yargılama sonunda hüküm açıkladıklarında bu sanıklar beraat ettikleri takdirde, kendilerine yöneltilmiş olan bu suçlamaların yaratmış olduğu mağduriyetler, hak ihlalleri nasıl giderilecektir? Ayrıca, kararların mahkûmiyet yönünde çıktığını düşünelim. Bu takdirde, AYM ve ardından AİHM’ye yapılabilecek bireysel başvurularda, mahkemelerin bu beyanlar nedeniyle bağımsız karar veremedikleri yolundaki hukuki görüşler öne sürülebilecektir.
Prof. Arslan’ın konuşmasında çarpıcı örneklerle de belirttiği gibi, evrensel hukukta suçsuzluk karinesine geçiş uzun ve sancılı bir süreç izlemiştir. Türkiye, vatandaşlarını hem Anayasa’nın hem de Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin sanıklara sağladığı güvencelere saygılı bir şekilde yargılamakla yükümlüdür. Masumiyet ilkesinin değerini bilmek ve saygı göstermek zorundayız.
Paylaş