Paylaş
“Önemli mesele” nitelemesine yol açan sayı ve oranlar nedir?
Başkan Arslan’ın bu tespiti, AYM’nin bireysel başvuruları incelemeye başladığı 2012 yılından bugüne dek verdiği “ihlal kararları” içinde “adil yargılanma hakkı” üzerinden çıkan kararları konu alıyor. Buna göre, ihlal kararlarının “büyük bir bölümü” bu kategoride verilmiştir.
İhlallerin bu boyutuna dikkat çekerken “Bu noktada bireysel başvuru istatistiklerinin endişe verici olduğunu üzülerek belirtmek isterim” diyor AYM Başkanı.
İHLALLERİN YÜZDE 77’Sİ ADİL YARGILANMA HAKKINDAN
Prof. Arslan’a göre, yalnızca geride bıraktığımız 2021 yılında mahkemeye yapılan 66 bin civarında başvurunun yüzde 73’ten fazlasında adil yargılanma hakkının ihlal edildiği şikâyeti yer alıyor. Yani vatandaşlar, mahkemelerde hakkaniyete uygun bir yargılama görmedikleri, mağdur edildikleri şikâyetiyle soluğu AYM’de alıyorlar.
İlginç olan nokta, AYM’nin de birçok dosyada şikâyet sahibi vatandaşları haklı bulmuş olmasıdır.
Nitekim Başkan’ın paylaştığı çarpıcı bir istatistik, AYM’nin bugüne dek verdiği ihlal kararlarında adil yargılanma hakkından çıkan kararların yüzde 77 ile toplam içinde birinci sırada gelmesidir.
Bir başka anlatımla, neredeyse mahkemeden çıkan her dört ihlal kararından üçü, hatta biraz fazlası, adil yargılanma hakkından veriliyor. Diğer hak ihlallerine ilişkin kategoriler bu başlığın arkasından geliyor.
ADİL YARGILANMA AİHM İHLALLERİNDE DE BİRİNCİ SIRADA
Aslında projektörlerimizi bir an için Ankara’dan Strasbourg’a çevirdiğimizde, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin (AİHM) istatistiklerinde de çok farklı bir durum söz konusu değil. AİHM’nin web sayfasında yer alan tablolara baktığımızda, 1959-2020 tarihleri arasında mahkemede en çok ihlal alan ülkenin Türkiye olduğunu ve bu ihlaller içinde en kabarık kategoriyi yine “adil yargılanma hakkı”nın oluşturduğunu görüyoruz.
Ayrıca unutmayalım ki Türkiye, AİHM’ye bireysel başvuruyu 1987 yılında Turgut Özal’ın başbakanlığı döneminde kabul etmesinden sonra mahkemenin ihlal istatistiklerine dahil olmaya başladı. AİHM’de Türkiye hakkında içinde en az bir ihlal yer alan toplam 3 bin 309 ihlal kararı verilmiş 2020 sonuna dek. Türkiye’yi 2 bin 724 ihlal ile Rusya izliyor.
Türkiye hakkında Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin (AİHS) “Adil Yargılanma Hakkı” başlığını taşıyan altıncı maddesi altında verilen ve uzun yargılamaları, kararların uygulanmaması gibi durumları da içeren ihlallerin toplamı 1.628’i buluyor. Bu oran, Türkiye hakkında çıkan ihlallerin toplamının yüzde 49’una, yani yaklaşık yarısına ulaşıyor.
HUKUK DEVLETİNİN OLMAZSA OLMAZI
AİHM’den AYM’ye dönelim. Prof. Arslan, pazartesi günkü konuşmasında AYM’nin adil yargılanma hakkından çıkan ihlallere ilişkin verilerini paylaşıp sorunun ciddiyetine dikkat çektikten sonra şunları söylüyor:
“Anayasa Mahkemesi’nin ihlal kararlarında belirtilen gerekçelerin idari ve yargısal mercilerimiz tarafından gereği gibi değerlendirilmesi, yeni ihlallerin önlenmesine yönelik gerekli adımların vakit kaybetmeden atılması zorunluğu bulunmaktadır.”
Kuşkusuz, burada mesaj yargısal mercilere, yani özellikle birinci derece mahkemelere, istinaf ve temyiz organlarına, bunun yanı sıra idari makamlara, dolayısıyla idarenin gerisindeki siyasi mercilere de gidiyor.
Bu sözleri yorumlarsak, AYM Başkanı’nın beklentisi, yargıdaki uygulamalarda vatandaşların adil yargılanma hakkı karşısında herkesin özenli davranmasıdır. İkinci aşamada iş idareye, daha doğrusu yürütmeye düşüyor. Karşılaşılan bu hakla bağlantılı ihlallerin ortaya çıkmasını önlemek amacıyla, mevzuat çerçevesinde ya da idari tasarruflar yoluyla düzenlenebilecek hususlarda gerekli adımlar ivedilikle atılmalıdır.
Başkan, yargılamanın hakkaniyete uygun yapılmasını “hukuk devletinin olmazsa olmaz unsurlarından biri” olarak nitelendiriyor. Bu çerçevede, “yargılamanın makul sürede sonuçlandırılmasından silahların eşitliği ve çelişmeli yargılama ilkelerine kadar adil yargılanma hakkının tüm unsurlarıyla korunması gerektiğini” vurguluyor.
MASUMİYET KARİNESİ DE ADİL YARGILANMA HAKKININ İÇİNDE
Bu noktada vurgulanması gereken bir husus, Prof. Arslan’ın konuşmasında hatırlattığı gibi “adil yargılanma hakkı” kavramının Türkiye’de Anayasa’ya ilk kez 2001 yılında girmiş olmasıdır. Yani AB’ye tam üyelik perspektifinin şekillenmesinden sonra Bülent Ecevit’in başbakanlığındaki koalisyon hükümetinin 2001 yılında gerçekleştirdiği siyasi reformlar sırasında. Bu hak, Anayasa’nın “Hak Arama Hürriyeti” başlıklı 36’ncı maddesi içine eklenmiştir.
“Adil Yargılanma Hakkı”, bugün Türkiye iç hukukunun da parçası olan Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin (AİHS) altıncı maddesinde ayrıntılı bir şekilde düzenleniyor.
AİHS’nin altıncı maddesinin birinci fıkrasında, “Herkesin kendisine yöneltilen suçlamaların bağımsız ve tarafsız bir mahkeme tarafından, kamuya açık olarak ve makul bir süre içinde görülmesini isteme hakkına sahip olduğu” vurgulanıyor.
Bu maddenin ikinci fıkrası “Masumiyet Karinesi”ni en temel ilkelerden biri olarak kayda geçiriyor: “Bir suç ile itham edilen herkes, suçluluğu yasal olarak sabit oluncaya kadar masum sayılır.”
Maddenin üçüncü fıkrasında, herkesin kendisine yöneltilen suçlamalardan en kısa sürede haberdar edilmesi, savunması için gerekli süreye ve kolaylıklara sahip olması, avukattan yararlanması gibi haklar tanınıyor. Yine bu fıkrada, iddia tanıklarının sorguya çekilmesi, savunma tanıklarının iddia tanıklarıyla aynı koşullarda davet edilmesi ve dinlenmelerinin sağlanması da bu adli güvenceler arasında sıralanıyor.
ADLİ DÜELLODAN SİLAHLARIN EŞİTLİĞİNE
Kuşkusuz Türkiye’deki uygulamalara bakıldığında neden AİHM’den ve AYM’den adil yargılanma hakkı bağlamında bu kadar çok ihlal kararı çıktığını görmek mümkündür. Davaların çok sık makul süre içinde sonuçlanmaması, bu başlık altında çıkan kararlarda karşılaşılan en sık ihlal nedenlerinden biridir.
Ayrıca, “masumiyet karinesi” ilkesi uyarınca sanık olarak yargılanan kişiler hakkında iktidar mercileri başta olmak üzere siyasi çevrelerin suçlayıcı beyanlardan kaçınmaları gerekir. Bu, adil yargılanma hakkının güvence altına aldığı temel bir konudur. Mahkemelerin bağımsız ve tarafsız olması da yine AİHS çerçevesinde adil yargılamanın vazgeçilmez bir unsurudur.
Listeyi uzatmak mümkün. Bazı davalarda avukatların gizlilik kararları nedeniyle uzun bir süre delillere ulaşamamaları, dolayısıyla sanıkların hangi deliller üzerinden yargılandıklarını öğrenememeleri de sıkça karşılaşılan bir durumdur.
Tabii adil yargılanma hakkının önemli bir boyutu, son zamanlarda daha sık duymaya başladığımız ve geçen pazartesi günü AYM Başkanı’nın açılış konuşmasını yaptığı sempozyumun da başlığı olan “silahların eşitliği” kavramıdır. Burada AİHS’de yer almayan, daha sonra AİHM’nin içtihatıyla ortaya çıkmış olan bir kavramdan söz ediliyor.
Silahların eşitlenmesiyle kastedilen nedir? Mahkemelerde, Avrupa’da ortaçağda suçlayan ile suçlanan arasında uygulanan “adli düello”dan bugün yargılamalarda “taraflar arasında denge” kavramına nasıl geldik? Bugün Türkiye’de mahkemelerde iddia makamı ile savunma arasında tam bir eşitlik var mı?
Bu sorulara da yarın yanıt arayalım.
Paylaş