Paylaş
Önceki gün Ankara’nın girişinde yaşanan olaylar sırasında bazı baro başkanlarının polisin kötü muamelesine maruz kalmış olması, bir grup meslektaşımızın da bundan payını alması toplumsal hafızamızda kalıcı bir yer edinecektir.
Yargı sürecinde her vesileyle kutsallığına atıf yapılan savunma hakkını üstlenmiş olan baroların tepe yöneticilerine reva görülen bu muamele ve yapılan engellemeler her bakımdan rahatsız edicidir. Görüntüler karar vericileri de uygulamayı gözden geçirmeye yöneltmiş olmalı ki, dün bulunan bir formülle baro başkanlarının Anıtkabir’e gitmelerinin önü açılmıştır.
Aslında baro başkanlarının bu eylemleriyle -baroların seçim esaslarına ilişkin yasa hazırlıkları konusunda- vermek istedikleri mesajın önünün kesilmesi, bu mesajın etkisiz hale getirilmesi amaçlandıysa, başvurulan yöntemin tam tersi bir sonuç yarattığını söylemek mümkündür. Muhtemelen baroların yola koyulurken hedeflediklerinden daha kuvvetli bir etki ortaya çıkmıştır.
ANAYASA’YA GÖRE ÖNCEDEN İZİN GEREKMİYOR
Bu görüntüler aynı zamanda Türkiye’de gösteri hakkının sınırlarının nereden geçtiği konusunda canlı bir tartışmayı da alevlendirmiştir. Türkiye’de vatandaşların bir mesajlarını duyurmak üzere gösteri yapmak istediklerinde sahip oldukları hakların genişliği nedir? Bu hak hangi hallerde, hangi ölçülerde sınırlanabilir?
Anayasa, “Toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkı” başlığı altındaki 34’üncü maddesinde “Herkes, önceden izin almadan, silahsız ve saldırısız toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkına sahiptir” diyerek bu hakkı olabilecek en geniş bir şekilde tanımlıyor.
Bu hakkın kullanılmasının izin alma koşuluna bağlanmamış olması özgürlükçü bir bakışı yansıtıyor. Buradaki temel ölçütlerden biri, gösterinin barışçıl bir nitelik taşımasıdır.
Bununla birlikte, aynı maddenin ikinci fıkrasında “(Bu) hakkın ancak, milli güvenlik, kamu düzeni, suç işlenmesinin önlenmesi, genel sağlığın ve genel ahlakın veya başkalarının hak ve özgürlüklerinin korunması amacıyla ve kanunla sınırlanabileceği” belirtiliyor.
Bir de 34’üncü maddenin “Hakkın kullanılmasında uygulanacak şekil, şart ve usullerin kanunda gösterileceğini belirten” üçüncü fıkrası var ki, zaten sorunlu uygulamaların önemli bir bölümüne kapı buradan açılmış oluyor.
AVRUPA İNSAN HAKLARI SÖZLEŞMESİ NE DİYOR?
Yine de Anayasa’nın 34’üncü maddesinin lafzı ve ruhuyla büyük ölçüde Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nden (AİHS) alındığını söyleyebiliriz. AİHS’nin 11. maddesi toplantı ve dernek kurma özgürlüklerini birlikte değerlendiriyor.
“Herkes barışçıl olarak toplanma ve dernek kurma hakkına sahiptir...” diye başlıyor bu madde, sendika kurma hakkını da bu kapsama aldıktan sonra ikinci fıkrasında şöyle devam ediyor:
“Bu hakların kullanılması, yasayla öngörülen ve demokratik bir toplum içinde ulusal güvenliğin, kamu güvenliğinin korunması, kamu düzeninin sağlanması ve suç işlenmesinin önlenmesi, sağlığın veya ahlakın veya başkalarının hak ve özgürlüklerinin korunması için gerekli olanlar dışındaki sınırlamalara tabi tutulamaz.”
Burada Anayasa’nın 34’üncü maddesinin ikinci fıkrasıyla AİHS’nin 11’inci maddesinin ikinci fıkrasının büyük ölçüde örtüştüğünü görüyoruz. İlginç olan bir nokta, Anayasa’da toplantı ve gösteriler için getirilen önceden izne tabi olmama ilkesinin aslında kağıt üstünde AİHS’nin de ilerisinde olmasıdır.
ANAYASA AÇIYOR, YASA VE UYGULAMA DARALTIYOR
Ancak iş yasaya geldiğinde işler biraz karışıyor. Çünkü askeri rejimin son döneminde çıkartılan 6 Ekim 1983 tarihli, 2911 sayılı Toplantı ve Gösteri Yürüyüşleri Kanunu, toplantı ve gösterilere getirilebilecek sınırlamalarla ilgili bir dizi ölçüt getiriyor, bu arada mülki idare amirlerine geniş yetkiler tanıyor. Anayasa’da da getirilen “kamu düzenini ve asayişi bozmamak” ölçütünün yanı sıra gösterilerin “Vatandaşların günlük yaşamını aşırı ve katlanamaz derecede zorlaştırmayacak” şekilde olması bunlardan biridir.
Yasa, ayrıca gösteri yürüyüşlerinin güzergâhını tayin etme yetkisini de valiliklere veriyor. Buna ek olarak, şehirlerarası karayollarında gösteri yürüyüşü düzenlenmesini yasaklıyor.
Görüleceği gibi, bir taraftan Anayasa’da izin almadan kullanılabileceği belirtilen bir hak var; diğer taraftan Anayasa’da tanınan bu hak bir dizi sınırlamaya tabi tutulabiliyor, gösterinin yerini bile devlet belirleyebiliyor.
Sorun sadece yasadaki sınırlamalardan ibaret değil. Sorunun bir başka boyutu, yasaların tanımış olduğu hareket marjının uygulamada karar vericiler, mülki idare amirleri ve kolluk tarafından nasıl yorumlandığı, nasıl hayata geçirildiği meselesidir.
AİHM VE AYM’DEN SÜREKLİ İHLAL GELİYOR
AİHM’den geride bıraktığımız dönemde çıkan kararlara bakıldığında, Türkiye’ye AİHS 11’inci maddeden verilen çok sayıda ihlal kararının bulunması bu hakkın kullanılmasında yaşanan güçlüklerin AİHM nezdinde problemli bir alana dönüştüğünü gösteriyor. Avrupa Konseyi Bakanlar Komitesi’nin önünde uygulanmayan kararlar nedeniyle yakın gözetim altında tutulan ve düzeltilmesi talep edilen gösteri hakkıyla ilgili kabarık bir ihlaller dosyası beklemektedir. Bir bu kadar önemlisi, Anayasa Mahkemesi’nin (AYM) bireysel başvuruları kabul etmeye başlamasından sonra gösteri hakkı bağlamında gelen şikâyetlerde 2013’ten itibaren AİHM içtihatlarıyla uyumlu bir şekilde ihlaller vermekte oluşudur.
Bir yanda Türkiye’deki yerleşik mevzuat ve uygulama, diğer yanda AİHM ve AYM’nin yerleşik içtihatları çerçevesinde düzenli bir şekilde bu uygulamalarla ilgili verdikleri ihlal kararları...
Karşımıza çıkan bu çelişkiyi yarın AİHM ve AYM içtihatları ışığında biraz daha yakından değerlendirelim.
Paylaş