Paylaş
5393 sayılı Belediye Kanunu’nun 47’nci maddesi, görevleriyle ilgili bir suç nedeniyle haklarında soruşturma ve kovuşturma açılan belediye başkanlarının İçişleri Bakanı tarafından görevden uzaklaştırılabileceğini belirtiyor.
Dikkatimi çeken nokta, her üçünde de görevden uzaklaştırılmalarına gerekçe oluşturan soruşturma ve kovuşturmaların en azından belli bir bölümünün 31 Mart 2019 tarihinde yapılan yerel seçimden, yani belediye başkanı seçilmelerinden önceki döneme ait olmasıydı.
Örneğin, açıklamanın Mardin Büyükşehir Belediye Başkanı Ahmet Türk’le ilgili bölümde, biri 2017 diğeri 2018 yılından iki kovuşturma, 2018 yılından iki soruşturma ve içinde bulunduğumuz 2019 yılından iki soruşturmanın yürümekte olduğunu okuyoruz. Bu yargı süreçleri terör örgütü üyeliği ve terör örgütü propagandası gibi suç isnatlarına dayanıyor. Ayrıca, Türk hakkında İçişleri Bakanlığı tarafından yürütülmekte olan üç ayrı idari soruşturma söz konusu.
*
İçişleri’nin açıklamasında Türk hakkında 2019 yılında açılan iki soruşturmanın başlangıç tarihleri belirtilmiyor. Ancak 2019 öncesindeki soruşturma ve kovuşturmalara baktığımızda karşımıza çıkan çok temel bir mesele var.
Şöyle ki: Ahmet Türk, 31 Mart 2019 yerel seçiminde HDP’den Mardin Büyükşehir Belediye Başkan adayı olduğunda, Mardin İl Seçim Kurulu tarafından yapılan inceleme sonunda adaylığında hukuken bir sorun görülmediği içindir ki seçime katılmasına izin verilmiştir.
Bundan neyi anlamalıyız? İl Seçim Kurulu, Türk’ün adaylığının Anayasa’nın ‘kanunda gösterilen şartlara uygun olma’ koşulunu karşıladığına kanaat getirmiş olmalıdır. Bu şartlar, 2839 sayılı Milletvekili Seçimi Kanunu’nun 11’inci maddesinde belirtilen sakıncaları taşımamak şeklinde özetlenebilir. Milletvekilleri için öngörülen sakıncalar yerel yönetim adayları açısından da aynen geçerlidir. Bu madde, dolandırıcılıktan ihaleye fesat karıştırmaya ve terör suçlarına kadar birçok suç kategorisinde ‘mahkûm olmayı’ aday olmaya engel bir durum olarak tanımlıyor.
Anlaşılıyor ki, Mardin İl Seçim Kurulu bu çerçevede yaptığı incelemede hakkında yürümekte olan kovuşturma ve soruşturmalara karşılık, bir mahkûmiyet kararı olmadığı için hukuken bir sorun görmemiş ve dosyayı Ankara’ya iletmiştir. Yüksek Seçim Kurulu da nihai aday listesini yayımlanmak üzere Resmi Gazete’ye gönderince Türk’ün adaylığı kesinlik kazanmıştır. O da seçime katılıp belediye başkanı seçilmiştir.
Özetle Türkiye’deki sistem, Ahmet Türk hakkında A) Terör suçlarından iki kovuşturma ve iki soruşturma olduğu halde seçime katılmasında hukuken bir mahzur görmemiş, B) Seçimi kazandıktan sonra mazbatasını almasında da yine bir sakınca görmemiş, böylelikle C) Kendisinin göreve başlamasını mümkün kılmıştır.
*
Bu noktada hukuk mantığı açısından yöneltilmesi gereken bir soru var. Ahmet Türk aday olduğu sırada kendisiyle ilgili terör örgütü üyeliği ve terör propagandası suçlarını işlediği iddiaları üzerinden devam etmekte olan kovuşturma ve soruşturmalar hiçbir şekilde mesele olmazken, nasıl olur da seçildikten sonra mesele haline gelebilir? Ve görevden alınmasına dayanak oluşturabilir?
Başkanların seçildikten sonraki bazı fiillerinin de İçişleri Bakanlığı’nın değerlendirmesinde önemli bir rol oynadığı anlaşılıyor. Ancak böyle olması, gerekçelerin belli bir bölümünün 31 Mart seçimi öncesine ait olduğu ve bu dosyaların sisteme herhangi bir şekilde takılmadığı gerçeğini değiştirmiyor.
Sonuçta Türk’ün seçime katılmasına izin verilmiş ve 371 bin 334 geçerli oyun kullanıldığı seçimde 208 bin 854 kişi kendisi için oy kullanmıştır. Bu, sandıktaki oyların yüzde 56.24’üne karşılık geliyor.
*
Burada Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin içtihatlarında da yer alan ‘meşru beklenti ilkesi’ni de kısaca hatırlatmak istiyorum. AİHM’nin, Yunanistan’da seçilen bir milletvekilinin mazbatasının iptaline ilişkin 2006 yılında verdiği ‘Lykourezos/Yunanistan kararı’, seçme ve seçilme hakkı ile ‘meşru beklenti ilkesi’ni ilişkilendirmesi bakımından önem taşıyor.
AİHM’nin bu kararına göre, adayların seçime katılmalarına izin verilmesi kendilerini seçmenler nezdinde seçilebilir hale getirip, seçmenleri bu yönde meşru bir beklenti içine sokuyor. AİHM, Lykourezos’un milletvekilliğinin sonradan iptalinin meşru beklenti ilkesinin ihlalini oluşturduğuna hükmetmiştir. AİHM’ye göre, bu şekilde bir tasarruf seçme ve seçilme hakkını “yanıltıcı/aldatıcı” (illusory) bir duruma sokmaktadır.
Bu hak açısından değerlendirdiğimizde seçilen şahsın milletvekili ya da belediye başkanı olması arasında bir fark yoktur.
İçişleri Bakanlığı’nın tasarrufunu birçok açıdan eleştirmek mümkündür. Bu yazıda, kararın özellikle sandığa gidip oy kullanmış olan seçmenlerin AİHM içtihatlarının, yani evrensel hukukun güvence altına aldığı seçme hakları çerçevesinde sorunlu bir durum yarattığına dikkat çekmek istedim.
Paylaş