Paylaş
Çünkü, Türkiye’nin yaklaşık 910 kilometrelik Suriye sınırı büyük ölçüde PYD çizgisindeki Kürt grupların, dolayısıyla Kandil’in egemenlik alanına girmiş oldu.
Esad rejimi, iki saikle bu adımı attı. Birincisi, silahlı muhalif gruplar iç savaşta çok geniş bir alanda hâkimiyet kurarak, Esad rejimini ciddi bir şekilde bunaltmıştı. Rejim, bu durumda bekası açısından daha hayati gördüğü, silahlı muhalefetin kendisini zorladığı bölgelere odaklanma kararı aldı. Böylelikle, kuzeyden güneydeki bölgelere güç kaydırabilme imkânı buldu.
Bu adımı atarken gözettiği ikinci bir hedef daha vardı Esad’ın. Çekildiği bölgede PKK hâkimiyetine davetiye çıkararak Türkiye’ye misilleme yaptı. Böylelikle, Türkiye’deki AK Parti iktidarının kendisinin bir an önce devrilmesi için Suriye muhalefetine sağladığı kuvvetli desteğe karşılık vermiş oluyordu. İleride muhalefete karşı üstünlüğü ele geçirdiğinde, kuzeyin durumuna yeniden bakabilirdi.
Üstelik, büyük ölçüde PYD ile mutabakat halinde alınan bu karar tam anlamıyla bir çekilme de değildi. Suriye’nin kuzeyindeki bazı merkezlerde sınırlı olmakla birlikte rejimi temsil eden unsurlar da varlığını sürdürebildi.
Esad’ın bu hamlesinin en gözle görülebilir sonucu, Türkiye ile Suriye arasında Hatay’dan Irak’a uzanan uzun bir sınır hattının hemen güneyindeki yerleşim merkezlerinin çoğunda devlet dairelerine PYD gruplarının yerleşmesi ve her bir tarafa Abdullah Öcalan posterlerinin asılması oldu. Ardından 2014 yılı başında kuzeyde üç özerk kantondan oluşan demokratik özerk yönetimin ilan edildi.
Afrin, bu hattın en batısındaki kantondu. Önceki gün Afrin’den içeri giren konvoyla birlikte 2012 Temmuz ayındaki çekilmeden beş buçuk yıl sonra Esad rejimi yeniden Afrin’e dönmüş oluyordu.
Aradaki önemli bir fark, bu kez Türkiye’nin de Afrin’de önemli bir askeri mevcudiyetinin bulunmasıydı. Rejime bağlı milisler Afrin’e girmek istediklerinde onları Türk birliklerinin topçu ateşi karşıladı.
Yaşanan bu hadise, Afrin’deki denklemin potansiyel kırılganlığını göstermesi bakımından bütün dünyanın dikkatini çekmiştir. Türkiye, ‘Zeytin Dalı’ harekâtına PKK uzantısı YPG’ye karşı başlatılmışken, bu kez rejimle de karşı karşıya gelmiştir.
Meselenin bir diğer boyutu, Türkiye’nin Rusya ile ilişkilerinde yaratmış olduğu hassasiyettir. Rusya’nın Esad’ın en kuvvetli destekçisi olduğu hatırlandığında, Şam’daki rejimin yaşadığı bir çatışma, ister istemez Rusya’nın radarına bir olumsuzluk olarak takılacaktır.
Rusya Dışişleri Bakanı Sergey Lavrov’un Türkiye’ye Afrin meselesini Esad rejimi ile müzakere etme çağrısında bulunması, Moskova’nın Ankara’yı Esad ile diyaloğa ikna etmeye çalıştığını gösteriyor.
Rusya ile ilişkinin sıkıntısız bir şekilde gitmesi, Afrin hamlesinin hava operasyonları bakımından da büyük önem taşıyor. Çünkü Rusya, Afrin üzerindeki hava savunma sistemini kontrol eden güç. Bunun sonucu Türk Hava Kuvvetleri’nin operasyonlarının Moskova ile belli bir koordinasyon içinde icra edilmesi gerekiyor. Hatırlanacağı gibi, bir Rus uçağının geçenlerde muhalefet tarafından düşürülmesinden sonra, Rusya, hava savunma sistemini gözden geçirdiği gerekçesiyle hava sahasını bir süreliğine kapatmıştı.
Bu arada Türkiye’nin İran ile ilişkisinde ortaya çıkan durum da daha az hassas değil. Bunun nedeni, önceki gün Afrin’e giren ve Türkiye’nin topçu atışıyla karşılaşan grupların büyük ölçüde İran tarafından eğitilmiş milis güçleri olması. İran da Rusya gibi Suriye’deki savaşın önemli bir aktörü ve o da rejimin ayakta kalması için sahada askeri faaliyet gösteriyor. Tahran’ın desteklediği milisler ile Türk Silahlı Kuvvetleri’nin sahada karşı karşıya geldiği bir durum kaçınılmaz olarak Türkiye-İran ilişkilerinde sıkıntı yaratma potansiyeli taşıyor.
Sonuçta, bu hadise Astana sürecinin paydaşları olarak aynı ortak zeminde buluşan Türkiye, Rusya ve İran arasında yoğun bir diplomasi trafiğini zorunlu kılıyor. Herkesin elinde her türlü silahla dolaştığı Afrin coğrafyasında yanlış anlamaların yol açabileceği olumsuz senaryoların önlenmesi bakımından diplomasiye her zamankinden daha çok ihtiyaç var.
Paylaş