Paylaş
Muhtelif konuşmalarından hareket edersek, Erdoğan’ın bakışında, adalet her şeyden önce “Allah’ın bir emridir”. Dolayısıyla, dinin inananlara yüklediği önemli sorumluluklardan biri, adaletli davranmaktır.
Cumhurbaşkanı’nın medeniyet ve tarih anlayışının doğal bir parçasıdır adalet. Kendisine yol gösterici olarak gördüğü, sürekli referans aldığı tarihi şahsiyetlerin, düşünürlerin adaletle ilgili sözlerine her vesileyle atıflar yapar. Örneğin, Mevlânâ’nın “hukuku adalet denizinde bir katre” olarak gören sözlerini bu çerçevede hatırlatabiliriz.
Yalnızca ülkemizin değil, Doğu felsefesinin özünde de adalet vardır Cumhurbaşkanı’na göre. Batı dünyasına bakıldığında da, özgürlük ve demokrasi arayışlarının, devrimlerin, kanlı sosyal dönüşümlerin hepsinin çıkış noktasının adalet temelli olduğunu belirtir.
Okul kitaplarında yer alan bir şiiri okuduğu için demir parmaklıklar arkasına girmiş biri olarak adaletsizliğin mağduru olduğunu sıkça vurgulayan Erdoğan açısından “Adalet, önceliklerin de en başlarındaki konulardan biridir”. Partisinin kimliğini tanımlayan iki kavramdan birinin adalet seçilmesi de “Milletin adalete duyduğu hasretin bir sonucudur”.
Ve günümüzde bir ülkenin gelişmişliğinin veya geri kalmışlığının en önemli ölçülerinden biri hukuk sistemlerinin iyi çalışıp çalışmadığıdır Erdoğan’a göre. Bunu açarken yine işi adalete getiriyor Cumhurbaşkanı, “Yani adalet mekanizmasının işleyip işlemediğidir” diyor.
Bir de sıkça “Geciken adalet adalet değildir” sözünü vurguluyor.
Altını çizdiği çok hassas bir nokta daha var Erdoğan’ın. “Adalet ile zulüm arasındaki ince çizginin adaletin tesisini fevkalade zorlaştıran bir husus olduğunu” söylüyor.
Hukuk düzeninin değerini önemseyen, adalet duygusu taşıyan vicdan sahibi her insan Cumhurbaşkanı’nın bütün bu sözlerinin altına imza atacaktır.
Peki bu satırları neden yazıyorum?
Bir yıldır hakkında iddianame düzenlenmeden tutuklu olarak Silivri Cezaevi’nde alıkonan Osman Kavala’nın durumunu adaletle bağdaştıramadığımı ifade etmek için yazıyorum.
Kavala, hükümeti ve anayasal düzeni ortadan kaldırmaya teşebbüs etmek, yani darbe suçlamasıyla 18 Ekim 2017 tarihinde gözaltına alınmış, iki haftaya yaklaşan gözaltıdan sonra 1 Kasım 2017 tarihinde tutuklanarak Silivri Cezaevi’ne götürülmüştür. Özgürlüğünün alıkonmasından bu yana bir yıl geçmiştir.
Ve bir yıl geçmesine karşılık henüz Osman Kavala hakkında bir iddianame yazılmış değildir. İddianamenin ne zaman yazılacağı hususunda ufukta bir işaret de görünmemektedir.
İddianameden vazgeçtik, dava üzerindeki gizlilik kararı kaldırılmadığından Kavala’nın avukatları müvekkilleri hakkındaki suçlamaları öğrenebilmek için davayla ilgili delil dosyasına erişim imkânı da bulamamıştır.
Bu durumda dosyayla ilgili bilinenler, 31 Ekim 2017 tarihinde yaklaşık 10 saat süren sorgusu sırasında kendisine yöneltilen sorulardaki suçlamalarla sınırlıdır.
Bunlar arasında şu suçlamalar dikkat çekiyor: 15 Temmuz 2016 tarihinde Büyükada’da düzenlenen akademik bir toplantıya katılan ve polis ve savcılık tarafından darbenin arkasında olmakla suçlanan ABD’li akademisyen Henri Barkey ile kalkışmadan üç gün sonra İstanbul’da bir restoranda karşılaşması, keza Barkey ile kendisinin telefonunun aynı baz istasyonundan sinyal vermiş olması, Gezi olaylarına katıldığı öne sürülen iki gencin aralarındaki bir telefon konuşmasında Kavala’dan para alma planları yapması gibi...
Bu yazıda sorgulamasında Kavala’ya yöneltilen suçlamaları ayrıca değerlendirmek gibi bir amacım yok.
Benim konum, bir vatandaşı iddianame olmaksızın bir yıl hapiste tutmanın, suçlandığı delil dosyasını görmesine bile izin vermemenin adalet kavramıyla ne ölçüde bağdaştığı sorusunu kamuoyunun vicdanı karşısında gündeme getirmektir.
Bunu, Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın adalet konusundaki kuvvetli görüşlerinden yola çıkarak yapıyorum.
Paylaş