Paylaş
Libya’nın istikrar içinde olması en önce Avrupa kıtası açısından önem taşıyor.
Böyle bir tablo karşısında öncelikle Avrupa Birliği’nin Libya’daki duruma ağırlığını koyması ve yapıcı bir rol oynaması beklenirdi, değil mi? Hayır, hiç de öyle olmadı geçen yıllar içinde. 2011’de Muammer Kaddafi’nin bir NATO askeri müdahalesiyle devrilmesinden sonra iyice yayılan iç savaş her yıl biraz daha derinleşti ve gelinen noktada ülkenin sıcak çatışma halindeki iki taraf arasında fiilen bölündüğü bir tablo yarattı.
Dışarıdan dahil olan aktörlerin savaşan tarafların arkasında kümelenmeleriyle birlikte, aslında bir iç savaş olmaktan çıkıp ittifakların karşı karşıya geldiği bir uluslararası çatışmaya, büyük bir nüfuz mücadelesine dönüştü Libya’daki kriz.
Bunun sonucu sadece Fayiz es Serrac’ın başında olduğu ve BM’nin meşru otorite kabul ettiği Ulusal Uzlaşı Hükümeti’ne bağlı kuvvetlerle, Halife Hafter’in liderliğindeki ‘Libya Ulusal Ordusu’ güçleri savaşmıyor bugün Libya’da. Aralarında Türkiye’nin de bulunduğu pek çok aktör doğrudan ya da dolaylı olarak çatışma halindeler. Tabii bu çatışmanın yaşandığı ülkenin bölgenin en önemli petrol üreticilerinden biri olması meseleyi daha da kritik bir çerçeveye oturtuyor.
TÜRKİYE VE RUSYA DENKLEME YERLEŞTİ
Avrupa’nın arka bahçesindeki bu iç savaşta geçen hafta sonu yürürlüğe giren ateşkes, Avrupa diplomasisinin değil, Türkiye ile Rusya’nın üstlendiği ortak bir inisiyatifin sonucu olarak ortaya çıkmıştır.
Halife Hafter önceki gün masaya konan çerçeve metne imza atmadan Moskova’dan ayrılmış olsa da, her şeye rağmen sahada çatışmasızlığın sağlanıp diplomatik bir hareketliliğin yaratılabilmesi, yine de barışçı bir çözüm yönünde değeri azımsanmayacak bir adımdır.
Bu açıdan baktığımızda son gelişmelerden çıkartılacak en kayda değer sonuçlardan biri, Türkiye ve Rusya’nın ortak inisiyatifinin belirgin bir etki icra edip, bu iki ülkeyi Libya denkleminin içine kuvvetli bir şekilde yerleştirmiş olmasıdır.
AB’DEN ANLAMLI BİR ÖZELEŞTİRİ
Türk-Rus işbirliği öne çıkarken, AB’nin bu krizde bir rol oynayamaması, öncelikle kurumsal düzeydeki yetersizliğinin bir yansımasıdır. AB ülkeleri, aralarındaki görüş ayrılıkları ve çıkar çatışmalarını aşamadıkları için ortak bir tutum geliştiremiyorlar. Libya krizi bu durumun en son örneğidir.
Bugün yaşanan büyük krizlerin önemli bir bölümünde -ister Suriye’de olsun, ister Irak’ta- AB bakımından çok farklı değil durum. AB, küresel bir güç olarak denkleme giremiyor.
AB’nin yeni Dışişleri ve Güvenlik Politikası Yüksek Temsilcisi Josep Borrell’in önceki gün Avrupa Parlamentosu’nda yaptığı açıklamalar bu bakımdan çok ciddi bir özeleştiri içerdi. AB’nin dışişleri bakanı sayabileceğimiz Borrell, şöyle dedi:
“Gerçeği konuşalım, sorun, Libya konusunda yeterince birlik içinde hareket edememiş olmamız. Avrupalılar olarak farklı pozisyonlardaydık. Belki şimdi tüm AB üyelerince paylaşılan siyasi bir yaklaşım sergileyememenin bedelini ödüyoruz”
İspanya’nın eski Dışişleri Bakanı olan Borrell, “Bazılarını üzebilecek olsa da” Türkiye ve Rusya’nın “Libya’da bir role sahip olduklarını” belirterek şöyle konuştu:
“Altı ay öncesine kadar bu iki aktör Orta Akdeniz’de yoklardı ama şimdi önderliği almış durumdalar. Bu Akdeniz havzasının jeopolitik yapısında büyük bir değişiklik.”
AB’ye tam üye adayı olduğu halde bu perspektifi her gün biraz daha soluklaşan Türkiye’nin 2020 yılında Rusya ile işbirliği içinde AB’ye karşı ağırlık oluşturmasında önemli bir ironi var kuşkusuz.
GÖZLER BERLİN KONFERANSI’NDA
AB bu özeleştiriyi yaparken bütün dikkatler önümüzdeki pazar günü Berlin’de toplanacak olan Libya krizine BM odaklı bir çözüm bulmayı amaçlayan konferansa çevriliyor. Berlin Konferansı, büyük ölçüde Almanya Başbakanı Angela Merkel’in çok daha önceden başlatmış olduğu bir inisiyatifin sonucudur.
Toplantıya esnek bir çerçevede Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi’nin (BMGK) 5 daimi üyesinin yanı sıra Almanya, İtalya ve Türkiye ile Libya’nın komşuları olarak Mısır ve Cezayir gibi ülkeler katılacaktır. Hangi ülkelerin hangi düzeyde katılacağı henüz kesinleşmemiştir. Türkiye’yi Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan temsil edecektir.
Kuşkusuz üstlendikleri ortak inisiyatif Türkiye ve Rusya’nın bu toplantıya daha yüksek bir zeminde girmelerini sağlayacaktır. Hedeflenen, BM çerçevesinde Libya’da hem ateşkesi kalıcı kılacak, hem de bir ulusal uzlaşının önünü açacak bir yol haritasının ortaya konmasıdır. Burada kuşkusuz BMGK’nın veto yetkisine sahip daimi üyelerine (ABD, Rusya, Çin Halk Cumhuriyeti Fransa ve Britanya) de büyük bir görev düşüyor. Borrell’in dün dikkat çektiği gibi BMGK nisan ayından bu yana Libya’da ateşkes için tam 15 kez toplanmış ve 15’inde de başarısız olmuştur.
Berlin Konferansı’ndan olumlu bir sonuç alınması uluslararası camiada sevindirici bir gelişme olarak karşılanacaktır. Bu yönde bir sonuç savaşa askeri anlamda müdahil olduğu için ciddi riskler üstlenen Türkiye açısından için özellikle ferahlatıcı olacaktır.
Paylaş