Paylaş
YPG’nin ana omurgasını oluşturduğu Suriye Demokratik Güçleri (SDG), 2015 sonrasında Suriye’deki IŞİD tehdidine karşı mücadelede ABD ile askeri ittifaka girerek, kendisini Amerikan yönetimi nezdinde etkili bir muhatap olarak tescil ettirmişti. ABD ile YPG arasında askeri düzlemde kurulan işbirliği bu kez petrol alanına doğru bir sıçrama yapmıştır.
Bu anlaşmaya göre, Suriye’nin kuzeydoğusundaki petrol kaynakları Şam’daki merkezi otoritenin onayı dışında doğrudan yerel aktör YPG tarafından ABD ile işbirliği içinde çıkartılarak uluslararası pazara sevk edilecektir.
Bu enerji anlaşmasına en kuvvetli itirazların Esad rejiminin yanı sıra Türkiye, Rusya ve İran olmak üzere Astana sürecinin üç ortağından gelmesi, Fırat’ın doğusundaki oluşumun kazandığı yeni zeminin yol açtığı karşı saflaşmayı çarpıcı bir şekilde gösteriyor.
Burada ilginç olan nokta, bu üç ülkenin anlaşmaya karşı aldıkları tutumun söylem analizi yapıldığında, tarafların pozisyonları arasında neredeyse tam bir örtüşmenin ortaya çıkmasıdır. Benzerliklere şöyle dikkat çekebiliriz:
ANKARA’DAN ABD’YE TERÖRE DESTEK ELEŞTİRİSİ
Ankara, bu anlaşmaya tepkisini önce Dışişleri Bakanlığı tarafından yapılan bir açıklamayla duyurdu. Açıklamaya göre, “Bu adım PKK/YPG terör örgütünün Suriye halkının doğal kaynaklarına el koyarak bölücü gündemini ilerletme emelini açıkça gözler önüne sermiştir. Suriye’nin doğal kaynakları Suriye halkına aittir. ”.
Ankara, YPG’nin Fırat’ın doğusundaki petrol kaynakları üzerinde kendi başına tasarrufta bulanabilmesini, ABD ile bu alanda işbirliğine girmesini Suriye’nin bölünmesine yol açabilecek bir durum olarak değerlendiriyor.
Açıklamanın asıl düşündürücü mesajı doğrudan Washington’a gidiyor. “ABD’nin Suriye’nin toprak bütünlüğüne, birliğine ve egemenliğine kasteden, terörizmin finansmanı kapsamına giren bu adıma destek vermesini esefle karşılıyoruz” diyor Türk Dışişleri Bakanlığı.
Tersinden okunduğunda, ABD, açıkça terörü finanse etmekle, Suriye’nin birliği ve toprak bütünlüğüne kastetmekle suçlanmış oluyor. Türk Dışişleri, bu tasarrufun “asla kabul edilmeyeceğini” de belirtiyor.
ERDOĞAN, TRUMP’I UYARMIŞTI
Önemli bir noktayı daha vurgulayalım. Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan da geçen cuma günü yaptığı bir açıklama ile bu tür anlaşmaların doğrudan terörü desteklediğini söylemiştir. Erdoğan, söz konusu anlaşma sorulduğunda şu yanıtı veriyor:
“Bu tabii yeni bir şey değil. Böyle bir felaketi Sayın Trump’a da söyledim. Bu terör örgütlerine buradan böyle kaynak aktarımı yapmanız bizim bölgemizde ciddi sıkıntılara neden olabilir ve bu terör örgütünün ekonomik kaynakları nereden geliyor diye düşünüldüğünde işte kaynak belli. Siz bunlara kalkıp Deyrizor’daki petrol kaynaklarından aktarıyorsunuz, bunları güç sahibi yapıyorsunuz”.
Cumhurbaşkanı, bir “felaket”ten söz ediyor, açık ifadelerle ABD’yi PKK/YPG terör örgütüne petrol gelirleri üzerinden kaynak aktarımı yapmakla suçluyor. Burada dikkat çeken bir durum, Erdoğan’ın “Kendileri gerekli talimatı vereceklerini filan söylemişlerdi ama şu ana kadar gelen bu konuda olumlu bir gelişme yok. Takipçisiyiz, takip edeceğiz” diyerek, ABD cephesinde olumlu bir sonuç alınamadığını gizlememesidir.
Erdoğan daha önce Trump’ı uyardığında, Fırat’ın doğusunda güneye doğru Arap nüfusun baskın olduğu Deyrizor bölgesindeki petrol kuyularını kastettiği anlaşılıyor. Oysa son anlaşmada bu kez kuzeydoğudaki petrol kuyularının da tam kapasiteyle üretim sürecine sokulması amaçlanmaktadır.
Ülkedeki petrol kaynaklarının yüzde 60’ının bu bölgede olduğu anlaşılıyor. Ancak arzulanan üretim hedefinin tutturulabilmesi için petrol kuyularının ciddi bir revizyondan geçmesi, ayrıca bir rafineri kapasitesinin yaratılması gerekiyor. Anlaşma bunu sağlayacaktır.
RUSYA’DAN ABD’YE AĞIR SUÇLAMA
Anlaşmaya tepkili bir diğer ülke Rusya’dır. Bu ülkenin Dışişleri Bakanlığı, petrol anlaşmasına oldukça sert bir eleştiri yöneltmiştir. Rusya, ABD’yi öncelikle Suriye’nin egemenliği, bağımsızlığı, birliği ve toprak bütünlüğüne saygı göstermediği gerekçesiyle eleştiriyor.
Rusya Dışişleri Bakanlığı, ardından ABD’ye “Bütün Suriyelilere ait olan ülkenin doğal kaynaklarının soyulması ve yasadışı yollardan ticaretinin yapılmasına katıldığı” suçlamasını yöneltiyor.
Bunu, Suriye’nin kuzeydoğusunda üretilen petrolün ve bunun kaçakçılık yoluyla satılmasından elde edilen gelirin o bölgede yaşayan bütün insanlara gitmediği, buradaki Kürt makamlarının -yani YPG/SDG- keyfi bir yönetim uyguladığı eleştirileri izliyor. Açıklamanın sonunda “ABD’nin Kürtleri, diğer etnik ve dini grupların pahasına suni bir şekilde güçlendirme siyaseti iç gerilimlere neden olmakta, bölgesel güvenlik ve istikrar açısından ciddi tehditler yaratmaktadır” deniliyor.
Keza İran Dışişleri Bakanlığı, yaptığı açıklamada ABD ile Suriyeli Kürt gruplar arasındaki anlaşmayı “kınadığını” duyuruyor, düzenlemeyi Suriye’nin ulusal egemenliği ve toprak bütünlüğünün ihlali olarak nitelendiriliyor. İran da ABD’nin Suriye’nin doğal kaynaklarını “yağmaladığını” ileri sürüyor.
TÜRKİYE, RUSYA, İRAN STRATEJİK HATTI
SDG-ABD anlaşmasının altını çizdiği en önemli sonuçlardan biri, Suriye’nin toprak bütünlüğünü tehlikeye düşüreceği yolunda benzer kaygıları taşıyan Astana sürecinin aktörleri Türkiye, Rusya ve İran’ı -bir kez daha- aynı ortak payda üzerinde buluşturmuş olmasıdır.
Türkiye, Suriye’nin geleceği söz konusu olduğunda resmi söylemindeki “stratejik ortağı” ABD değil, Rusya ve İran ile aynı stratejik hatta yer almaktadır. Esad rejimi ile hiçbir diyalog içinde olmasa da, gelişmelerin akışı Ankara’yı ister istemez Suriye’deki ‘merkezi otorite’ ile temel pozisyonda aynı dalga boyuna getirmektedir.
Paylaş