Paylaş
Görüşme günü yaklaştıkça krizin boyutlarıyla orantılı bir şekilde tansiyon da yükselmişti. Ancak görüşme sırasında yapılan açıklamalara bakılırsa, liderlerin PYD/YPG konusundaki temel görüş ayrılığına rağmen, krizin dışarıdan algılanan şiddet derecesi ile bu açıklamalardan yayılan mutedil hava bir tezat oluşturdu. Yani, öyle bazılarının beklediği ya da endişe ettiği gibi bir yangın çıkmadı.
Çünkü iki ülkenin karşılıklı menfaatleri ve her iki liderin siyasi hesapları, son tahlilde bu krizin bir şekilde kontrol altına alınarak yönetilmesini dayatıyordu.
Amerikan tarafı, IŞİD’in Rakka’dan çıkartılmasını hedefleyen harekâtı PKK’nın Suriye’deki uzantısı olan PYD’nin askeri kanadı YPG ile yapacağını açıklayarak, zaten Erdoğan’ın gelişinden önce kendi açısından masada açık duran dosyayı kapatmıştı.
Türk tarafı buna rağmen kararın gözden geçirilmesini talep ettiyse de, Erdoğan’ın gezisi Trump yönetiminin attığı adımdan geri gitmesinin söz konusu olmadığını açıkça gösterdi. Ziyaretin muhasebesini yaparken Ankara’nın bu beklentisinin karşılıksız kaldığını kayda geçmemiz gerekiyor.
Nitekim Cumhurbaşkanı Erdoğan da önceki akşam büyükelçilikte gazetecilerle yaptığı sohbetinde “Bırakın terör örgütlerini, gelin terörle mücadeleyi beraber yapalım dedik. Maalesef buna yanaşmadılar” şeklinde konuşarak, bu durumu teslim etmiştir.
O zaman iş nereye geliyor? Önceki günkü yazımızda vurguladığımız gibi, konu Amerikan tarafının verdiği güvenceler meselesinde düğümleniyor. ABD tarafı, PYD/YPG ikilisiyle işbirliğine girmekle birlikte, bu işbirliğinin Türkiye’nin güvenliği açısından tehdit yaratmayacağı, örneğin YPG’ye verilen silahların PKK’nın eline geçmeyeceği gibi bir dizi güvence vermiş bulunuyor. Erdoğan da önceki akşam “Güvence hususu baştan beri dile getirdikleri bir şey. Önemli olan fiiliyatta neler olacağı diyerek” bundan sonra uygulamaya bakılacağını vurgulamıştır.
Bu arada Erdoğan’ın Çin’de ABD’ye hareketinden önce Trump’ın PYD/YPG kararını eleştirirken sarf ettiği “Eğer stratejik müttefik isek ittifak içinde karar almamız lazım. İttifaka gölge düşecekse başımızın çaresine bakmamız lazım” şeklindeki sert çıkışının tonunu Washington’da belli ölçülerde aşağı çektiğini söyleyebiliriz. Cumhurbaşkanı’nın Pekin’deki bu sözleri iki ülke arasındaki stratejik ortaklığı sorgulayan bir çıkıştı. Çünkü ABD, PYD kararını Türkiye ile ittifak içinde almamıştır.
Cumhurbaşkanı Trump ile görüşmesinden sonra bir gazetecinin “Müttefikliğin gereği yerine getirilmezse kendi göbeğimizi kesmek durumunda kalabileceğimize işaret etmiştiniz” şeklindeki sorusuna “Bizim tavrımız net: O koridorda ülkemize yönelik bir tehdit olursa buna müsaade etmeyiz” karşılığını vermiş, bir başka soru üzerine “Sözler yerine getirilmezse başımızın çaresine bakarız” demiştir.
Erdoğan’ın bu ifadeleri, Çin’de yaptığı açıklamanın genel tonuyla kıyaslandığında, “başının çaresine bakma” kartını ancak “ABD’nin sözünde durmaması” koşuluna indiren bir pozisyon değişikliği olarak görülebilir.
Erdoğan’ın burada sergilediği tutumun Amerikan tarafının elini rahatlattığı söylenebilir. Bundan sonra iş önemli ölçüde ABD askeri makamlarının sahada PYD/YPG ikilisini kontrol edebilme yeteneklerinde düğümleniyor. YPG’nin Türkiye-Suriye sınırının 84 kilometre güneyinde olan Rakka’da büyük ve zor bir askeri harekâta girişmesi halinde dikkatini Türkiye’ye çevirebilmesi zaten pek kolay olmayacaktır.
Rakka operasyonu başladıktan sonra Türk-ABD ilişkilerinin seyrindeki potansiyel sorunlardan biri PKK’nın terör faaliyetlerinden kaynaklanacaktır. PKK’nın terör eylemlerini sürdürmesi, ABD-PYD/YPG işbirliğinin kaçınılmaz olarak Türk kamuoyu ve karar vericiler düzeyinde sorgulanmasına yol açacak, bu durum Türk-ABD ilişkilerinde zaman zaman yeni dalgalanmalar yaratabilecektir.
Ancak bütün bu ihtimaller Cumhurbaşkanı’nın ziyaretinin şu temel sonucunu değiştirmiyor. İki taraf, PYD/YPG konusundaki görüş ayrılığını aşamadıklarını kabul ederek, o takdirde hiç olmazsa bu çatışmanın yarattığı olumsuzlukları asgariye indirmek ve ilişkilerin diğer alanlarında -anlaşmazlıktan etkilenmeden- işleri ileri götürmek yönünde bir ortak iradede mutabakat sağlamıştır. Bizzat Erdoğan’ın Beyaz Saray’daki açıklamalarına bakılırsa, ekonomi, ticaret, yatırım, enerji ve savunma konularında işbirliğini arttırma konusunda mutabakat ortaya çıkmıştır.
Bu tür mutabakatların ortaya çıktığı bir dönemde ilişkilerde büyük bir krizin olduğunu söylemek mümkün müdür?
NOT: Dünkü yazımda değindiğim Fetullah Gülen’in Washington Post’ta çıkan makalesinin başlığının çevirisi “Artık Tanıyamadığım Türkiye” olacaktır.
Paylaş