Paylaş
Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın Bolton ve beraberindeki üst düzey heyetle görüşmemesi, heyetin bir açıklama yapmadan Ankara’dan apar topar ayrılması, Erdoğan’ın dünkü grup konuşmasında bazı ABD’li yetkililere bir hayli ağır ifadelerle yüklenmesi gibi durumlar hep birlikte değerlendirildiğinde, havanın 19 Aralık’a kıyasla -şimdilik- belli ölçülerde döndüğünü söyleyebiliriz.
Bunun bir dizi nedeni var. Birincisi, ABD’nin Suriye’den çekilme kararının uygulanmasında yaşanan belirsizlikle ilgili. Washington’dan gelen bütün işaretler ABD’nin karardan vazgeçmemekle birlikte süreci yavaşlattığına işaret ederken, Ankara ısrarla ABD yönetiminde bir ‘ikilik’ olduğuna inanma eğiliminde.
Nitekim Cumhurbaşkanı Erdoğan, dünkü grup konuşmasında Trump ile 14 Aralık’taki görüşmesini “tarihi bir dönüm noktası” şeklinde niteledikten sonra vardıkları mutabakatı “referans noktası” olarak aldığını vurguladı, ancak “yönetimin farklı kademelerinden farklı seslerin gelmesinden” şikâyet etti.
Aslında burada karşılaşılan durum Trump dönemiyle ilgili genel bir sorun. Trump’la muhatap olanların, yönetiminin bu tarzıyla da baş etmeye hazırlıklı olması gerekiyor.
ABD ile ortaya çıkan iklim değişikliğinin ikinci nedeni, son günlerde bazı üst düzey ABD’li yetkililerin “Türklerin Kürtleri katletmesini önlemeliyiz” şeklindeki açıklamalarının Ankara’da ağır bir rahatsızlığa yol açmış olması.
Bu açıklamalar, ABD müdahale etmediği takdirde Türkiye’nin Kürtleri katletmeye hazır bir ülke olduğu gibi bir imaj yarattı. Erdoğan’ın dünkü grup konuşmasında “Suriye’de Türkiye’nin Kürtleri hedef aldığı yalanı en alçak, onursuz, en çirkin, en bayağı iftiradır” şeklindeki sözleri bu açıklamalara verilmiş kuvvetli bir yanıttı. Buradaki mesajın bir adresinin “katletme” ifadesini bizzat kullanan ABD Dışişleri Bakanı Michael Pompeo olduğu aşikâr.
ABD’lilerin söylemi düzelse bile YPG’ye bakış konusunda Türkiye ile ABD arasındaki görüş ayrılığının nasıl giderilebileceği tam bir muammayı andırıyor. Buradaki sorun, YPG’ye bakıştaki farklılıktan kaynaklanıyor. Türkiye, PKK’nın Suriye’deki uzantısı YPG’yi “terörist” olarak görüyor. ABD ise bu tanımlamayı kullanmıyor ve hiçbir rahatsızlık duymadan YPG ile sahada işbirliği yapıyor, örgütü “müttefik” diye nitelendiriyor.
Tarafların bakışları arasında bu anlamda tam bir uçurum söz konusu. Bu uçurumun varlığı Türkiye ile ABD arasındaki ilişkiyi rehin almış durumda. Nitekim dün Türk tarafının açıklamaları yine bu bakış farklılığından duyulan rahatsızlıkla kaplıydı.
Buradan gelelim YPG sorununun türevi olan diğer sıkıntılı dosyaya. Bu dosyanın üstünde, ABD’nin çekilirken Kuzey Suriye’deki üslerini ne yapacağı ve YPG’ye verdiği silahları geri alıp almayacağı soruları yazılı. Türkiye, bu silahların YPG’lilerden geri alınmasını, ayrıca üslerin de yerel unsurlara devredilmesini istiyor. Ancak bunun sahada nasıl uygulanacağı konusunda henüz bir açıklık yok. ABD’nin Türk tarafının bu taleplerine olumlu yanıt vereceği hususunda iyimser bir değerlendirme için zaman erken görünüyor. İki ülke, bu konudaki müzakerelerin henüz başlangıç aşamasındalar.
Sonuçta, Trump-Erdoğan Mutabakatı’na rağmen, Türkiye ile ABD’yi, dikenlerle dolu son derece sorunlu bir gündemin beklediğini, bu çerçevede ABD’nin Suriye’den çekilme sürecinin çok sancılı geçeceğini belirtebiliriz.
Tabii, durumu daha da zorlaştırmaya aday bir yüksek basınç alanı da yaklaşıyor gibi. Erdoğan, ABD’nin çekilme kararının Türkiye’yi Fırat’ın doğusuna dönük askeri harekâtı konusunda “bir müddet beklemeye yönelttiğini” açıklamıştı. Oysa Erdoğan, dünkü grup konuşmasında harekât konusunda “Çok yakında harekete geçeceğiz” diye konuştu.
Cumhurbaşkanı’nın askeri harekât konusunda kendisini bu kadar kuvvetli bir şekilde bağladığına bakınca, geri dönüşü olmayan noktanın geçilmekte olduğunu söylemek mümkün.
Paylaş