Paylaş
İlişkilerin daha da geriye gitmemesi, tarafların en azından oturup aralarındaki görüş ayrılıklarını konuşarak diyaloğu sürdürme kararı almalarını bile artık olumlu karşılamak durumundayız.
Türkiye’yi Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, AB tarafını ise AB Konseyi Başkanı Donald Tusk, AB Komisyonu Başkanı Jean-Claude Juncker ve AB’nin dönem başkanlığını yapmakta olan Bulgaristan’ın Başbakanı Boyko Borisov’un temsil ettiği zirvede, tarafların öncelikleri, beklentileri ve pozisyonları arasında bir hayli mesafenin bulunduğunu söyleyebiliriz.
*
Türk tarafının ana beklentileri olarak, AB’nin söz verdiği vize serbestisini geciktirmemesi, gümrük birliğinin güncellenmesi, Suriyeli göçmenler konusunda taahhüt edilen ilk partideki 3 milyar Euro’nun kalan 1.2 milyarlık bölümünün ivedilikle ödenmesi, AB’nin daha çok sayıda Suriyeli mülteci kabul etmesi, zirve toplantılarının düzenli yapılması, gerek PKK gerek FETÖ/PDY olmak üzere terörle mücadelede Türkiye’ye destek verilmesi gibi başlıkları sıralayabiliriz.
Karşı tarafın beklentileri arasında öncelikle Türkiye’nin mültecilerin Avrupa’ya gidişini önleyen göç anlaşmasına sadık kalınması, AB ülkeleriyle ikili düzeydeki ilişkilerin önünün açılması, olağanüstü hal uygulamasından normalleşmeye geçilmesi, tutuklu gazetecilerin durumu gibi konular yer alıyor.
Bir de Doğu Akdeniz’de petrol ve doğalgaz aramaları konusunda Doğu Akdeniz’de Kıbrıs Rum Yönetimi, Ege’de Yunanistan ile ortaya çıkan gerginliklerin, Türkiye ile AB arasındaki gündeme yeni bir pürüz olarak yerleştiğini söyleyebiliriz.
*
Hürriyet’in tecrübeli Brüksel muhabiri Güven Özalp’in dünkü haber analizine bakılırsa, zirvede 1 Mart tarihinde Edirne Pazarkule’de sınırı geçtikleri için tutuklanan iki Yunan askerinin durumu da geniş bir yer tutmuştur. İki taraf arasında aşılması gereken çok sayıda sorun varken AB kanadının toplantının büyük bölümünü Türk sınırını geçtikleri için tutuklanan iki Yunan askerinin serbest bırakılması talebine ayırması, zirvenin “en dikkat çeken unsuru” olmuştur.
Yine Özalp’e bakılırsa, insan hakları, hukukun üstünlüğü, ifade özgürlüğü ve OHAL gibi konularda Türk tarafının üstüne gelineceği yolundaki beklentiye karşılık, AB kanadı bu konulara şaşırtıcı bir şekilde yüzeysel bir şekilde değinmiştir. Buna karşılık basın toplantısında hava tersine dönmüş ve AB Konseyi Başkanı Tusk bu konuları ön plana çıkarmıştır.
Türk tarafı açısından olumlu karşılanabilecek olan bir başlık, AB tarafının ilişkilerin geleceğine dönük perspektif söz konusu olduğunda, tam üyelik dışında bir formatın söz konusu olmadığını vurgulamasıdır. Gelgelelim, fiilen durmuş olan tam üyelik müzakerelerinin canlandırılabileceği hususunda hiçbir işaret söz konusu değildir.
*
Altını çizmemiz gereken nokta, aradaki bütün görüş ayrılıklarına rağmen iki tarafın diyaloğu koparmamak konusunda bir hayli özenli bir tutum içinde olmasıdır.
Bunun nedeni, ne AB ne de Türkiye’nin karşılıklı çıkarları açısından bir kopmayı göze alabilmesidir. AB, Ortadoğu’dan kendisine doğru gelen göç akınını durdurmak açısından Türkiye’nin aradaki tampon rolünü hayati önemde görüyor. Bu yönüyle 2015 yılı kasım ayında varılan Türkiye-AB mutabakatının halen bu ilişkideki en önemli faktörlerden birini oluşturduğunu söyleyebiliriz.
Türkiye’nin de ABD ile ilişkilerinin sürekli iniş çıkışlar yaşadığı, bu ülkeyle Suriye’de karşı karşıya geldiği bir dönemde, Batı dünyasıyla ilişkilerini sürdürebilmek açısından hiç olmazsa Avrupa cephesinde nefes alması, hem siyasi hem ekonomik açıdan hayati önem taşıyor. Trump yönetimi ile yaşanan sıkıntılara ek olarak Avrupa ile bir uzaklaşma yaşanması halinde, Türkiye’nin dış politikasını yalnızca Rusya’ya dayanarak yürütebilmesi mümkün değildir.
Bu çerçevede Türkiye ile AB arasında artık karşılıklı çıkarların belirleyici olduğu bir “stratejik ortaklık” vurgusu ön plana çıkıyor. AB, demokrasi, basın özgürlüğü gibi konularda Türkiye üzerindeki dönüştürücü etkisini önemli ölçüde kaybederken, bu başlıklarda Avrupa adına en önemli işlevi artık artan ölçüde Avrupa Konseyi ve Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi üstlenmektedir.
Paylaş