Paylaş
Ankara Üniversitesi Hukuk Fakültesi’nden bir yıl önce mezun olmuştu. Darbeden bir gün önce kendilerine eğitimleri tamamlandığı için artık asteğmen olarak kıta görevine gidecekleri söylenmişti.
Sabaha karşı koğuşun kapısında genç bir subay belirdi ve “Beşinci Bölük ayağa kalk, ihtilal oldu. Aşağıya inin, tüfeklerinizi geriye verecekler. On tane de kurşun. Buradan doğru Harp Okulu’na gideceksiniz” diye seslendi.
Sami Selçuk, sonrasını “Tüfeklerimizi ve kurşunlarımızı yeniden aldık, başımızda komut veren biri olmaksızın dağınık ve başıboş olarak Harp Okulu’na doğru yürüdük. Harp Okulu’na geldiğimizde bir binbaşı bana, ‘Gel bakalım, şu kapının önünde nöbet tut’ dedi” diye anlatıyor.
HARP OKULU’NA GETİRİLEN DP’LİLERİN GEÇMESİ GEREKEN KÂBUS TÜNELİ
Yedek Subay Sami Selçuk, verilen emir üzerine Kara Harp Okulu’nun kapısında nöbet tutmaya başladı. Harp Okulu, Türk Silahlı Kuvvetleri içindeki cuntanın yönetime el koymasından sonra darbenin ana merkezi olarak kullanılıyordu.
Subaylar ve Harp Okulu öğrencileri, kendilerine verilen listeler üzerinden Demokrat Partili bakanları, milletvekillerini ve DP’ye yakın görülen kamu görevlilerini Ankara’daki evlerinden tek tek toplayarak askeri araçlarla Harp Okulu’na getiriyorlardı. Burada bir süre alıkonan tutuklular daha sonra gruplar halinde Yassıada’ya gönderilecekti.
Kara Harp Okulu binasının önünde kalabalık bir subay ve askeri öğrenci topluluğu birikmişti. Getirilenler, arabadan indirildiklerinde kendilerini birden bu topluluğun ortasında buluyordu. Sonradan birçok DP’li siyasetçinin ve askerin anlatımlarında ortaya çıktığı üzere, karşılamayı yapan askerler gelenlere tekme tokat girişiyordu.
Gelenler için en zor sınav, arabadan çıktıktan sonra bu topluluğu bir şekilde aşıp, Harp Okulu binasının kapısından içeri girebilmekti.
‘BAKANLAR, MİLLETVEKİLLERİ AYRIM GÖZETİLMEKSİZİN DAYAK YEDİLER’
Sami Selçuk, Harp Okulu’nun önündeki bütün kötü muamele ve dayak olaylarına ana kapıda yakından tanıklık etmek durumunda kalmıştır o gün. Selçuk’un bir süre önce T-24’ten Gökçer Tahincioğlu’na bu tanıklığı hakkında verdiği ayrıntılı mülakat, burada yaşananların birinci elden anlatımı olarak tarihi bir önem taşıyor.
Selçuk, Tahincioğlu’na şöyle anlatıyor gördüğü tabloyu: “Harp Okulu öğrencileri, bakanları, milletvekillerini birer birer arabalarla getiriyorlardı. Aynı hükümette uzun süre bakanlık yaptıkları için hepsini tanıyordum bakanların. Kısaca, bakanların, milletvekillerinin çok ürkek ve korku içinde getirildikleri arabalardan indirilip içeri alınışlarına tanık oldum.”
Peki içeri alınış sırasında ne oluyordu? Şöyle aktarıyor Selçuk:
“Çoğu, inmeye hazırlanırken üzerlerine yürüyenleri görünce arabanın içine kaçıyordu. Çünkü sille tokat saldıranlar vardı. Kapının yanındakiler, bekleyenler, yüzbaşı, binbaşı, albay rütbesindeydiler. Bunlar, her gelene karşı sille tokat, kimileyin de tekme atarak şiddet kullanıyordu. Bütün milletvekillerinin, bakanların ayrım gözetilmeden orada dayak yediklerine tanık oldum.”
Eski DP’li bakanlardan Samet Ağaoğlu, Nazlı Ilıcak’a “27 Mayıs Yargılanıyor” kitabı için verdiği mülakatta “İçinde bulunduğu aracı durdurmak isteyen çoğu askeri öğrenci yüzlerce insanın arasından geçerek okulun kapısına geldiklerini” kaydedip, araçtan inmesinden sonrasını “Dışarıdan bir kol uzanarak beni çekti. Her çeşit küfür, tekme, yumruk arasından geçirdi” diye anlatıyor.
FATİN ZORLU TEKME YEDİ AMA TOPARLANDI, SONRA DİMDİK YÜRÜDÜ
Selçuk’a göre, “Yığın psikolojisi içinde tam bir bilinçsizlik, kargaşa hâkimdi ortalığa.” Dayak yiyenlerden biri de eski Milli Savunma Bakanı Şemi Ergin’di. Ancak subaylardan biri “Bu bakan bize çok yardımcı oldu” deyince özür dileyip kendisini içeri almışlardı.
Harp Okulu’na getirilen siyasilerden bir diğeri de Menderes hükümetinin Dışişleri Bakanı Fatin Rüştü Zorlu’ydu. Selçuk, Zorlu’nun maruz kaldığı muameleyi ve buna karşı sergilediği duruşu da Tahincioğlu’na şöyle aktarıyor:
“Dışişleri Bakanı Fatin Rüştü Zorlu, saldırılara hiç aldırmaksızın arabadan dimdik indi. İriyarı, yakışıklı bir bakandı. Dövüleceğini bilmesine karşın kendisini korumaya gerek duymaksızın içeriye girerken bir subay, vücudunun çok duyarlı bir yerine tekme attı. Acısı yüzüne vurdu. Ama birden bire kendisini toparladı, yeniden doğrulup dimdik ayağa kalktı ve “Nereye?” diye sordu. Hiç kimseye bakmaksızın ve eğilmeksizin içeri girdi.”
Selçuk’u rahatsız eden bir başka görüntü de Kayseri’de görev yapmış yargıç generallerden bir subayın başına gelenlerdi. “Merhum İnönü ile ilgili bir yargı işlemi yapmıştı. Çok dayak yedi. Hatta ilk kez general rütbeli bir subay dışarı çıkıp ‘Bizi çok utandırdın, ahlaksız...’ diye onu tokatladı. Ömrümde hiçbir insanı öylesine sapsarı görmemiştim. Bunu hiç unutamadım’ diye anlatıyor o anı Selçuk.
Bu arada bir generalin, “Şiddet kullanmayın, gelenlere iyi davranın diye uyarıda bulunmasına karşılık, durumda değişiklik olmamıştır. Selçuk, bu generalin Cemal Madanoğlu olduğunu sonradan öğrenmişti. Ancak “Daha sonra yaşananlar, darbeciler arasında bu gibi konularda hiçbir uyumun olmadığını ortaya koymuştu”.
ANA KAPIDAN GETİRİLSEYDİ MENDERES LİNÇ EDİLECEKTİ
Selçuk’a göre topluluk içindeki herkes Adnan Menderes’i bekliyordu: “Kanımca onu linç etmeye hazırlananlar vardı. Birdenbire kalabalık, başka kapılardan birine yöneldi. Tam da o anda Menderes’in içeriye alındığını öğrendik. Linç edilmesin kaygısıyla hangi kapıdan gireceği gizlenmişti. İyi ki gizlenmişti, benim nöbetçi olduğum kapıdan girseydi ne olacağı belli olmazdı. Anladığım kadarıyla linç edilebilirdi.”
Bu anlatım, o sabah Eskişehir’den uçakla Ankara Güvercinlik’teki askeri havaalanına getirilen Menderes’i buradan alıp arabayla Harp Okulu’na götüren ve sonradan Yassıada Komutanlığı görevine atanan Yarbay Tarık Güryay’ın anlatımıyla da örtüşüyor.
Güryay, anılarını yazdığı “Bir İktidar Yargılanıyor” kitabında, anılarında Menderes’i havaalanından getirirken, linç edileceği haberini alınca kendisini Harp Okulu’nun ana nizamiye kapısından değil, nöbetçi amirliğin kullandığı ayrı bir kapıdan içeri soktuklarını anlatıyor.
27 MAYIS’I BÜTÜN BOYUTLARIYLA GÖRMEK İÇİN
Bugün 27 Mayıs darbesinin 62’nci yıldönümü. Bundan önceki yıllarda da yaptığımız üzere bugün köşemizi yine bu darbe sırasında meydana gelen hak ihlallerine ayırdık. 27 Mayıs’ın daha çok Yassıada yargılamaları ve idamlar üzerinden tartışılmasına karşılık, son derece yaygın bir şekilde yaşanan dayak, kötü muamele şeklindeki hak ihlalleri de bu dönemin bir başka yüz kızartıcı sayfasıdır.
Bu ihlallere maruz kalan çoğu yaşını başını almış DP’lilerin önemli bir bölümü, o dönem geride kaldıktan sonra genellikle bu rahatsız edici hadiseler üzerinde fazla konuşmamayı tercih etmiştir.
Ancak daha önce de vurguladığımız üzere, 27 Mayıs değerlendirilirken bu ihlallere dönük daha kuvvetli bir farkındalığın geliştirilmesi, dönemin fotoğrafının bütün boyutlarıyla görülmesi bakımından bir eksikliği kapatacaktır.
Paylaş