Ben de bu yazımda içinde bulunduğumuz dönemde, küresel piyasaları da gözardı etmeden borsanın mevcut durumda bulunduğu seviyede yatırım yapılır mı, yapılırsa nasıl yapılır sorularını irdelemeye çalışacağım.
Bugün gelişmiş ülkelerde hisse senedi yatırımı genellikle temettü odaklı ve uzun vadeli bir yatırım aracı şeklindedir. Bunun yanısıra hisse senedi fiyat artışları da yatırımcıya aralarındaki korelasyona bağlı olarak ayrıca bir getiri sağlar. Ancak Türkiye gibi gelişmekte olan ülkelerde ise alınan pozisyonlar daha kısa vadeli düşünülmekte ve yatırımcı özellikle hisse senedi fiyat artışından elde edeceği kazancı ön planda tutmaktadır. Temettü getirisi ise ikinci pozisyonda kalmaktadır.Yerli yatırımcının bu davranışının bir nedeni de Türkiye’de şirket yönetici veya ortaklarının nakit temettü dağıtımı konusunda isteksiz davranışlarıdır diye düşünüyorum.
Hisse senedi yatırımı yapılırken neler gözönünde bulundurulmalıdır? Benim yatırımcılara önerim; spekülatif haberlere bağlı olarak değil, şirketin kesinleşmiş veya tahmini mali verilerine göre hisse senedi tercihi yapmalarıdır. Sermaye piyasalarımızı ve bu çerçevede Borsa’yı değerlendirirsek, gerek yatırımcıların bilinçlenmesi ve gerekse aracı kurumların gelişimi, geçmiş yıllara göre oldukça mesafe kaydetti. Aracı kurumların özellikle son yıllarda artan yabancı işlem hacmine paralel olarak organize ettikleri kaliteli araştırma bölümleri, bireysel ve kurumsal yatırımcılara ihtiyaç duydukları her türlü bilgiyi verebiliyor.
Bugün tüm dünyada hisse senedi yatırımı için temel ve teknik analizlerin çeşitli yöntemleri kullanılmaktadır. Teknik analizde hedef ve konsantrasyon menkul değerlerin fiyatı, işlem hacmi sonuç olarak trenddir. Teknik analizde pratikler yardımıyla yön belirlenmeye çalışılır.
Bence asıl önemli olan Temel Analizdir ve bunun içinde de kolaylığı ve önemli bir gösterge olması bakımından fiyat/kazanç oranı ön plana çıkmaktadır.
Fiyat / Kazanç Oranı (F/K) = Hissenin Piyasa Fiyatı/ Hisse Başına Kar
Bu şekilde, aynı sektördeki firmaları veya bütünü karşılaştırma imkanına çok kolay bir şekilde ulaşılabilir. Burada açıklama getirirsek; Fiyat/Kazanç oranında tercih, düşük F/K ‘lı hisse senetleridir. Şirketin elde ettiği kara göre hisse fiyatının göreceli olarak düşük kaldığını gösterir. Yatırımcılar sermaye piyasalarındaki gelişime bağlı olarak artık bu bilgilere her aracı kurumda ve data sağlayıcı şirketlerden ulaşabilmektedir.
Biraz teoriye kaçtıktan sonra şimdi İMKB’nin mevcut seviyesine göz atarsak;
Piyasalara bilinen bir teknik gözle bakarsak gelişmekte olan piyasaların yabancı sermayeyi cezbeden yönü faiz getirisidir. Acaba gelişmekte olan ekonomilerin arayışı nedir ? Piyasayı rahatlatacak, hareket kazandıracak düşük faizli kredi değil midir. Burada örümcek ağı fiyat teoremi gibi bir sarmal karşımıza çıkmaktadır.
Aslına bakıldığında cezbedici faiz getirisi yabancı sermaye akışını körüklerken, gelişmiş piyasaların faiz indirimleri de gelişen ekonomilerin kredi cazibe merkezi haline gelmektedir. Burada sorumuz sanki biraz yanıtını buluyor gibi aslında.
Piyasada yüksek oranlı faiz yabancıların hareketlerini oluştururken, düşük faizli dış kredi olanakları yabancılaştırdıklarımızı yerli yatırımcıları oluşturmaktadır.
Yani bu para akışının kontrolünün sadece gelişmiş ekonomilerde ( yabancılarda ) olduğunu düşünmek tek yanlı düşünmeyi beraberinde getirir.
Kredi ile ulusallaştırılan yabancı para, üretime hizmete dönüyorsa ve her iki yönlü yabancı para akışı kurları düşürüyorsa ödeme anında olumlu kur farkının etkiside hiç küçümsenemeyecek kadar fazla olmaktadır.
Yani yabancı sermaye girişi ve çıkışı diye zihinlerimize kazıdığımız hareketin aslında sadece yabancılarla yön bulmadığı aynı zamanda buna yabancılaştırdıklarımızında etkisinin de azımsanamayacak ölçüde olduğunu belirtmeye çalıştık.
Sonuç olarak kısa vadede gözümüzü korkutan dalgalanmalar aslında uzun vadede yerli hareketi ve yabancı hareketleri ile olunması gereken noktaya kendisini taşıyacaktır.
ABD'de açıklanan son ekonomik verilerin büyüme açısından iç açıcı olmaması, mali sektörde yer alan şirketlerin açıkladığı kâr rakamlarının beklentilerin altında kalması, petrol ve altın fiyatlarının ise rekor seviyelerde seyretmesi nedeniyle, piyasaların beklentisi bu yönde oluşmuş durumda. Ancak FED'in beklenen faiz indirimlerinin önümüzdeki dönemde, daha önceki dönemlerde olduğu gibi, enflasyon yaratmadan ekonomik büyümeye katkı sağlayacağı noktasında her zamankinden daha fazla soru işareti bulunuyor. Konut inşaatlarında geçtiğimiz yıldan itibaren görülen %48 oranındaki hızlı gerilemenin istihdam üzerinde yaratacağı olumsuz etkilerin yanında düşen konut fiyatları ile satılamayan konut stokundaki artışın da tüketim üzerinde oluşturacağı gecikmeli olumsuz etkilerin, ekonomik büyüme tarafında negatif yönlü baskı oluşturması bekleniyor. Doların diğer para birimlerine karşı devam eden değer kaybı nedeniyle tarihi rekor seviyelerde seyreden petrol ve altın fiyatlarının yanında ABD'nin ithal ettiği ürünlerin de dolar bazında fiyatlarının artıyor olması, enflasyon tarafında negatif yönlü baskılar oluşturuyor. Konut fiyatlarındaki gerilemenin enflasyon üzerinde oluşturacağı olumlu etkinin ise hükümetin izlediği konut fiyatlarını destekleyici politikalar nedeniyle sınırlı kalabileceğine inanılıyor. Ayrıca, kredi piyasaları ve konut fiyatları açısından bakıldığında ABD ekonomisinin içinde bulunduğu mevcut durumun, önceki dönemlere kıyasla daha kırılgan bir yapıda olması nedeniyle FED'in faiz indirim sürecinde zaman zaman duraklamaların olmasına kesin gözüyle bakılıyor.
Piyasalar açısından bakıldığında uzun vadeli olarak nitelendirilebilecek bu risk faktörlerinin dışında kısa vadeli olarak değerlendirilebilecek bir diğer risk faktörü ise, Fed'in beklentiler dahilinde alacağı bir faiz indirimi kararının ardından yapacağı açıklamada, dengeleyici olmak ve kredibilite kaybını (moral hazard) en aza indirmek adına, ilerideki faiz indirimlerine kapıyı kısmen kapatan ifadelere yer verebilecek olmasıdır. Dahası, FED'in faiz oranlarını indirmesi, dünyanın önde gelen diğer merkez bankalarının (MB) da faiz oranlarını indireceği anlamına gelmemektedir. Japonya MB'sinin 30 Ekim'de, İngiltere ve Avrupa MB'lerinin ise 8 Kasım'da başlayacak toplantılarında, faiz oranlarını indirme konusunda aceleci davranmaları beklenmemektedir. Özellikle Avrupa ve Japonya MB'lerinin önümüzdeki toplantılarda faiz oranlarını sabit tutma yönünde karar alması ve toplantı sonrası açıklamalarında ise sıkı para politikası izlenmesi gerektiğine vurgu yapmaları beklenmektedir.
Bu bakımdan, yatırımcıların ileriye dönük beklentilerini oluştururken FED'in daha önceki faiz indirimlerinde olduğu kadar rahat yönde hareket etmelerini engelleyici birden fazla risk faktörü olduğunu dikkate almaları gerektiğine inanmaktayız.
IMF programının bitmesi sonrasında daha esnek bir programa geçilmesi halinde hedeflerin ne olacağı ile ilgili fazla endişe olmaması gerekir. En belirgin değişikliğin büyüme ve FDF hedefinde olduğu görülüyor.
Büyüme hedefinin yüzde 5 seviyesinden yüzde 5.5’e çekilmesi, istihdamı getiren büyümenin minimum ne kadar olması gerektiği tartışmalarına konu olmuş ve basında yüzde 5’lik bir büyümenin istihdam artışı getirmeyeceği öne sürülerek büyüme hedefinin %6 olması gerektiğine dair yorumlar yer almıştı. Büyüme hedefinin yükseltilmesi, buna yönelik adımlar atma isteğini gösteriyor.
5 yıldır yüzde 6.5 olan IMF tanımlı FDF hedefi yüzde 5.5’e indirildi. Bunun mali disiplinden taviz, ciddi bir gevşeme olarak algılanmaması gerekir. Gelirler tarafında şimdiye kadar yapılan bütçelerden daha gerçekçi davrandığını, faiz dışı harcamalarda mali disiplinden gevşemeye yönelik bir artış olmadığı düşünülüyor. 2008 bütçesinde, gelirlerde yüzde 8.8, faiz dışı giderlerde yüzde 8.1 artış hedeflenmiş. 2007’de erken Telekom ödemesi nedeniyle vergi dışı gelirler beklenenin üzerinde gerçekleşmişti, bu nedenle 2008 yılında vergi dışı gelirlerde düşüş bekleniyor. Ancak özelleştirmelerin devam etmesi halinde, gelecek yıl da hükümetin beklediğinin üzerine çıkabilir.
Harcama-gelir dengesine bakıldığında, mali gevşemeye yönelik sinyal görülmüyor. Ayrıca, yüzde 6.5’in matematiksel bir seviye olduğu, yüzde 6.5 hedefinin, kamu borç yükünün yüzde 90’larda, reel faizin yüzde 15-20’lerde olduğu, kurda ciddi sıçramaların görüldüğü ve son 5 yılda yaşanan büyüme performansının başında olduğumuz bir dönemde belirlendiği unutulmamalı. Şu anda bu göstergelerde çok daha olumlu bir gelişme söz konusu olup , dolayısıyla FDF hedefinin aşağıya inebileceği, bu durumda bile kamu borç yükünün daha yavaş bir hızla da olsa düşmeye devam edebileceği düşünülüyor.
2008 bütçesinde ÖTV ve ithalattan alınan vergilerde daha iddialı hedefler bulunuyor. ÖTV’de vergi artışının olabileceği sinyali alınıyor.
Öte yandan, cari açık açısından bütçe rakamları iyimser olup, bu yıl 36 milyar dolar olan cari açığın 34 milyar dolara inmesi bekleniyor. Ama dış ticaret açığının, YTL’nin bu seviyede kalması ve büyümenin devamı halinde, mikro reformların çok kısa sürede sonuç vermesinin beklenmemesi nedeniyle, öngörülenden daha fazla artacağı ve cari açığın 34 milyar dolara inmesinin iyimser bir yaklaşım olduğu düşünülmekte.
Yaptığımız cari açık projeksiyonları, petrol fiyatlarının ortalama 70 dolar seviyesinde olması halinde, 45 milyar dolar olabileceğine işaret ediyor. Petrol fiyatlarındaki her 10 dolarlık artışta, cari açığın 4 milyar dolara yakın artacağı öngörülmekte. Ancak cari açığın yüksek çıkması halinde bile, global konjonktürde bir sorun olmadigi sürece finansmanla ilgili bir sıkıntı beklenmiyor.
Yabancı doğrudan yatırımların 25 milyar dolar olması beklenmektedir. Dış şok olmaması halinde, finansman konusunda, hem özelleştirmeler, hem de satın alma ve birleşmeler tarafında, bu yıla benzer bir yıl 2008'de de hedefleniyor.