Paylaş
Rakamlardaki artış hızı can sıkıyor. Araştırma sonuçları kadınların erkeklerden 1.5, çocukların yetişkinlerden iki kat daha fazla obez olduğunu gösteriyor.
Kısacası konu çok mühim. Sorun çok önemli.
Peki o pek sık sözü edilen “Ulusal Obezite Programı”mız veya “Obezite ile Savaş Stratejimiz” nerede?
Anlaşılan bürokrasinin raflarında hareketsiz beklemekten o da aşırı şişmanladı. Yani “obez” oldu!
Peki sorun çözülmez, en azından kontrol altına alınmaz ise ne olur? Olacakların listesi özetle şu:
◊ Obezite=Daha çok Tip2 diyabet, yani şeker hastası demek
◊ Obezite=Daha fazla kalp-damar hastası demek
◊ Obezite=Daha yoğun felç/inme tehdidi demek
◊ Obezite=Kanser sıklığında artma demek
◊ Obezite=Daha hasta ve düşkün yaşlılık demek
Not: Dünyanın hemen her ülkesinde insanların en az yüzde 80’i yukarıda yazılı sağlık tehditleri nedeniyle hayata veda etmektedir.
Et sever olmanın dezavantajları neler?
Birinci sorun şu: Hayvansal besinlerde antioksidan yok. Yeterince mineral ve vitamin içerdiklerini söylemek de zor. Kısacası hayvansal besinlerin antioksidan güçleri de, mineral ve vitamin zenginlikleri de bitkisel besinlere oranla daha az.
İkinci sorun ise; posa meselesi. Hayvansal besinlerin posa gücü de yok. Dolayısıyla sindirim sisteminin sağlığı açısından (kabızlık, bağırsak kanserleri) hayvansal ağırlıklı beslenmek daha riskli.
Üçüncü problem daha da mühim: Hayvansal protein yediğimizde bedenimiz daha fazla büyüme hormonu salgılamaya başlıyor. Orta yaş ve yaşlılıkta büyüme hormonu yaşlanmayı hızlandırıyor. Hücreleri zorluyor. Hücrenin bakım onarıma, kendini tamire ayırdığı zamanı kısaltıyor.
Ayrıca hayvansal ürünlerde zaten o hayvan daha çok et versin diye yüklenen yapay büyüme hormonları da var ve bunlar da mühim bir tehlike.
Son bir sorun da bunların içinde bulunan hormonal artıklar (büyümelerini hızlan-
dırmak için verilen hormonların yan ürünleri) ve antibiyotikler! Antibiyotik sorunu özellikle kanatlı hayvan etlerinde mühim bir problem, önemli bir sağlık tehdidi.
Dördüncüsüne gelince: Sofranız ne kadar renkliyse, ne oranda yağlı tohum, tane (ceviz, fındık, badem, Antep fıstığı, ay ve kabak çekirdeği) zengini ise, bakliyatlardan ne kadar yoğunsa iyi yaşama ve daha az hastalanma şansınız o oranda yükseliyor.
Kolon kanseri taramasında alternatif bir genetik test
Her yıl 1.5 milyona yakın insan kolorektal kansere yakalanıyor. Ve bu rakam da kalınbağırsak-makat kanserlerinin ne denli mühim birer sağlık sorunu olduğuna işaret ediyor.
Daha kötü haberse şu: Her yıl 500 bin kişi bu iki kanser nedeniyle hayata veda ediyor.
Oysa erken evrede teşhis konulabilirse her 10 kolorektal kanserliden 9’unu en az beş yıl yaşatabiliyoruz. Modern tıp bunu başarma gücüne sahip.
Erken tanı için de periyodik kolonoskopik incelemeler yetiyor. Kolonoskopi taramalarını istemeyen ya da erteleyenler için ise oldukça güvenli sayılan yeni bir “genetik test” öneriliyor.
Bu testin özellikle tarama amaçlı kullanımda işe yarayabileceği belirtiliyor.
Kolaylığı, özel bir hazırlık gerektirmemesi ve basit bir kan analizi ile netice alınabilmesi testin en büyük avantajı.
Test “güvenli” bulunarak ABD’de FDA tarafından da onaylanmış. Tabii ki kolonoskopik ve rektosigmoidoskopik tetkik hâlâ “altın standart”.
Bu yeni test ise yeni ve güvenli bir başka alternatif.
Bu kırmızı bir başka
Elajik asit, bir polifenol. Çilekte, ahududunda, narda bol miktarda var.
Şimdilerde nar pek bol.
Gelin bu kış nara biraz daha yüklenin.
Hiç olmazsa elajik asidin hatırına!
Neden mi?
Elajik asit hücreleri kirden, pastan (serbest radikal saldırılarından) koruyan, toksinlerden arındıran, savunma sistemlerine güç verip kanserle savaşta bedeni daha dik ve dirençli tutan bir madde de ondan!
O bir süper molekül gibi hareket eden doğal savunma silahlarımızdan biridir de ondan!
Kırmızı üzüm, kızılcık, vişne ve yaban mersini, kiraz da zengin birer elajik asit kaynağı.
Elajik asidin cevizde de bol bulunduğunu not düşelim.
Vicdanı güçlü olan neden daha uzun yaşar?
Howard Freiedman ve Leslie Martin’in 2011’de yayınladıkları “Congevity Project” (Uzun Ömür Projesi) isimli çalışmaları enteresan yaklaşımlar içeriyor. Benim en çok ilgimi çekeni; “Vicdan mı, cüzdan mı daha etkili?” sorusuna yanıt veren bölümdür.
Bu ikilinin vardıkları sonuç şaşırtıcı: Cüzdanı değil vicdanı kabarık olanların daha uzun yaşama ve sağlıklı kalma şansları var!
Peki neden? Onlara göre “neden” değil, “nedenler” var.
İşte bazıları...
◊ Vicdanlı kişiler daha iyimser yapıdalar.
◊ Stres yükleri daha düşük.
◊ Daha çok hoşgörü sahibiler.
◊ Prensipli ve dikkatliler, sorumluluk bilinçleri yüksektir. Kendilerine iyi bakıyor, sağlıklarını dikkatle izliyorlar. Tıbbi randevularına sadıklar.
◊ Sorumluluk bilinçleri sadece kendileri için değil, eş, dost ve arkadaşlar için de yüksek seviyede.
◊ Sağlıksız davranışlardan uzak durma konusunda da daha dikkatli ve hassaslar.
◊ Depresyona yakalanma olasılıkları daha az.
Yalnızlık yaşlılar için daha mühim bir tehdit
Yaşlılık, biraz da “yalnızlık” anlamına geliyor.
Yaşınız ilerledikçe eşinizi, işinizi, arkadaşlarınızı kaybedebiliyorsunuz.
Çevreniz sizi emekli yani eskisi kadar işe yaramayan, hatta üretmeyip tüketen biri olarak görmeye de başlıyor. Neticede bir ölçüde “dışlıyor”.
İşte bu “sosyal dışlanma” meselesi de yaşlanmanın en mühim travmalarından biri olarak kabul ediliyor.
Yalnızlaşmada hastalıkların, bedensel güçsüzlüğün, beyinsel yavaşlamanın da etkisi var tabii ki. Bu nedenle de ben uzun ve keyifli bir ömrün en önemli belirleyicilerinden birinin sosyal örgütlenme olduğunu düşünürüm.
Sadece benim fikrim de değil bu. “Kronik yalnızlık” meselesi iyi yaşlanma konusuna kafasını takmış tüm uzmanların üzerinde ısrarla durdukları bir konu. Yaşlandıkça çoğalmaya çalışmak, aileye, topluma, sosyal gruplara, mesleki örgütlere daha çok tutunmak, hayatın daha çok içinde olmanın yollarını bulmak şart!
Yalnızlaşmak neden hasta ediyor?
◊ Yalnız kişilerde depresyon eğilimi artıyor
◊ Kronik yalnızlık kalp damar hastalıkları riskini yükseltiyor
◊ Yalnızlığın bağışıklık sistemini baskıladığı biliniyor
◊ Kronik yalnızlarda kan basıncı ve kolesterol yüksekliği gibi sorunlara da daha sık rastlanıyor.
Paylaş