Paylaş
Karacİğer hastalıkları hepimizi çok korkutur. Bunda çocukluğumuz ve ailemizden gelen yansımaların da rolü vardır. Zannederiz ki karaciğerimizde dert varsa eğer o dert amansız ve dermansızdır. Oysa pratikte işin aslı farklıdır. Karaciğer hastalıklarının da önemli bir bölümünün tedavisi vardır. Üstelik bu tedavilerin büyük bir kısmı son derece başarılıdır. Ama bu bilgi “karaciğer”i ve sorunlarını ıskalamamız anlamına gelmez. Zira karaciğerimizin pek çok düşmanı var. Bunların kimi iç, kimi dış düşman. En çok karşılaşılanı –doğal olanı da o zaten- ise dıştan gelenler, yani dış saldırılardır. Bu saldırıların çoğu sinsi ve yavaştır. Çoğunda da bir çeşit “vekâlet savaşı” durumu vardır ve eskiden “alkol” gibi açık ve ciddi bir düşmanın yerini şimdilerde “şeker” gibi, “hareketsizlik” gibi, “ilaçlar” gibi farkına varılması zor “vekil” düşmanlar almıştır.
siroza kadar varabilir
Sözü uzatmaya gerek yok, lafın sonunu başından söylememizde fayda var. Şeker tüketimimiz ciddi ölçüde artmış durumda. Çoluk çocuk, genç yaşlı, zengin fakir hepimiz –ister kabul edelim, ister etmeyelim- şeker bağımlısı olduk. Ve bu bağımlılıktan en çok zarar gören organların en başında da karaciğerimiz var. Bir an önce farkına varıp önlemlerini almazsak eğer alkol tehdidinin yerini şeker tehdidi alıyor. Geriye de önce yorgun, bitkin, işini yapamaz hale gelen, sonra da siroza kadar varabilen bir dizi problemle mücadele etmek zorunda kalan zavallı karaciğerimiz kalıyor. Peki, şeker ne mi yapıyor? Hikâyesi uzunca biraz ama özetlemeye çalışabiliriz. Buyurun…
BEŞ SORUDA KARACİĞER YAĞLANMASI MESELESİ
SORU 1: NEDEN BU KADAR YAYGINLAŞTI?
Sokaktan geçen her dört yetişkinden en az birinin karaciğeri yağlı desem ne düşünürsünüz? Ya da okul çocukları ve gençlerin neredeyse beşte birinde karaciğer yağlanmasının işaretleri saptanabiliyor diye bir uyarıda bulunsam? Kısacası konu mühim ve sorun sanıldığından da yaygın. Yaygınlaşma nedenlerinden birincisini (ve bence en önemlisi) ise şeker! Buna rafine karbonhidratları, yani un ve nişasta zengini fırın, pastane ürünleriyle paketlenmiş gıdaları (bisküviler, gofretler vs) da eklemeniz lazım. Hemen arkasından hareketsizlik meselesi geliyor. Adım sayımız azalıp koltuk/sandalye bağımlılığı problemimiz yaygınlaştıkça o problem de büyüyor. İlaçların da mühim rolleri var. Özellikle bazı ağrı kesiciler (parasetamol) ve antibiyotiklerin verdiği zararlar çok önemli. Bu listede alkol de mutlaka bulunmalı. Aşırı gıda tüketimi ve buna eşlik eden kilo kazanımı, insülin direnci, metabolik sendrom, orta yaş diyabeti, gut hastalığı, ürik asit yüksekliği de ilave edilmeli. Çok fazla miktarda meyve tüketmek, meyve sularına (taze sıkılmış olsalar bile) fazlaca yüklenmek de karaciğeri hızla yağlandırabiliyor.
SORU 2: SORUN NİÇİN ÇOK TEHLİKELİ?
Yağlanan karaciğer fonksiyonlarını yeterince yapamıyor. Toksinlerimizi yeterince atamıyor. Güçlü bağışıklık cevapları veremiyor. Biliyorsunuz bedenimizin “temizlik işleri müdürü” de “bağışıklık” organizasyonlarının ana merkezlerinden biri de karaciğerimiz. Yağlanan, yağlanma nedeniyle iltihaplanan bir karaciğeriniz varsa işiniz bu nedenle zorlaşıyor. Karaciğer yağlanınca metabolizma aksıyor, şeker-yağ ayarları alt üst oluyor. Neticede kiloları almak kolaylaşırken vermek zorlaşıyor. Eğer süreci biraz daha boş verirseniz karaciğer iltihaplanmaya başlıyor. Bu iltihaplanma zamanla siroza, hatta karaciğer kanserine kadar gidebilen bir yolculuğun başlangıcı bile olabiliyor.
SORU 3: ÖNEMLİ BİR BELİRTİSİ VAR MI?
Ciddi bir belirtisi yok. Bu biraz da karaciğerin olağan sessizliğinden de kaynaklanıyor. Karaciğer öyle çok bağırıp çağıran, çok gürültü çıkaran yaygaracı bir organ değil. Çok nadiren sağ kaburga yayı altında bir ağrı, bir dolgunluk hissi ve/veya sebepsiz bir yorgunluk hali ve bulantılar hissedilebiliyor, hepsi bu. Rutin sağlık taramalarında da –eğer ultrasonografik inceleme yapılmamışsa- kan analizlerinde de pek bir şey görünmüyor. Çünkü karaciğer çok güçlü ve kendini yenileme kapasitesi son derece yüksek bir organ. Enzim yüksekliği gibi işaretler (GGT, GOT, GPT artışları) maalesef hastalık oldukça ilerledikten, karaciğer ciddi ciddi iltihaplandıktan ve yüzde yetmişinden fazlası hasara uğradıktan (siteatohepatit) sonra ortaya çıkıyor.
SORU 4: NASIL TEŞHİS KONUYOR?
“Hekim şüphesi” en önemli teşhis aracı. Kilo alıp beli kalınlaşan, tansiyonu, kan şekeri, trigliseridi, ürik asidi yükselen birinde bilinçli her hekim şüphelenerek araştırma yaparak, teşhisi anında koyabiliyor. En güvenilir ve ucuz teşhis aracı olarak da ultrasonografik incelemelerden istifade ediliyor.
Karaciğer enzimleri de önemli. Ama enzimleri yüksek herkeste biyopsiye pek ihtiyaç duyulmuyor. Kan analizleri (enzim testleri, fibroscan testi vs) yeterince işe yarayabiliyor. Bana göre genel prensip şu olmalı: Bel çevresi 100 cm.yi geçen her erkek, 90 cm.yi geçen her kadın, metabolik sendromu, insülin direnci, trigliserid yüksekliği, hipertansiyonu, ürik asit fazlalığı, iyi kolesterol azlığı olan, aşırı şeker-un-nişasta tüketen, alkol kullanımını abartan herkes ama herkes karaciğerinin yağlanabileceğini bilmeli ve bu önlem almalı.
SORU 5: TEDAVİSİ VAR MI?
Var! Hem de çok kolay. Bu doğrudan ve iyimser yanıt karaciğer hastalıklarıyla uğraşan meslektaşlarımı (gastroenterologlar) şaşırtacak biliyorum ama ben sürece farklı bir gözle baktığım için tedavinin de kolay olduğunu söylüyorum. Hepatologlar (karaciğer uzmanları) da kesinlikle haklılar. Henüz elimizde yağlanmayı tedavi eden net ve açık bir ilaç yok. Ama ben tedavinin zaten ilaçla değil hayat tarzı değişikliği ile ilişkili olduğunu düşünüyorum. En başa “fazla kiloları vereceğim!” diye yazın. Onun arkasına şu maddeyi ekleyin: “Alkolü bırakacak, şekere ilgimi sıfırlayacak, pastane ve fırın işi ürünlere, paketli, unlu, şekerli şeylere elimi bile sürmeyeceğim”. Ve devam edin: “Meyve tüketirken de işi çok abartmayacağım. Taze sıkılmış meyve sularını bile ¼ su bardağı ile sınırlayacak, gazlı-gazsız, meyveli-meyvesiz her türlü şeker eklenmiş içeceği evime sokmayacağım.”
İYİ BİLGİ
YAĞLI KARACİĞERE NASIL DESTEK OLABİLİRİZ?
Bana göre en etkili yol en muhteşem “detoks” organizasyonumuzu, yani glutation sistemini devreye sokmaktır. Glutation “sistein-glutamin-glisin”den oluşan olağanüstü marifetli bir molekül. Bilinen en güçlü serbest radikal avcısı. Bunu da “kendini avına yem ederek” başaran “fedakar” bir antioksidan. Antioksidan sistemlerin de patronu. Karaciğerimizi müthiş etkili bir “detoks” yani “temizleme fabrikası” yapan da esas olarak bu madde. Karaciğerin sisteminde ne kadar bol glutation varsa organ o kadar rahattır. Peki “glutation yükü”müzü nasıl arttırabiliriz? Destek hapları var mı? Glutation destekleri ağız yoluyla kullanıldıklarında (maalesef) pek etkili olamıyorlar. Bu nedenle glutationu tekrar tekrar devreye sokan doğal moleküllerden istifade etmek lazım. Mesela alfa lipoik asitten! Mesela CoQ10’dan! Mesela C vitamini ve magnezyumdan! Mesela Sam-e’den! Mesela n-asetil sistein’den! Mesela bitkisel bir destek olarak silimarinden! Listeyi daha da uzatmak mümkün ama özeti şudur: Eğer karaciğer yağlanmanız varsa şekeri, unu, nişastayı kesin, fazla kilolarınızı verin, aktiviteyi asla ihmal etmeyin. Destek olarak da yukarıda bahsettiğim doğal ürünlerden istifade etme konusunu doktorunuzla istişare edin.
KARACİĞER Mİ BELİ, BEL Mİ KARACİĞERİ YAĞLANDIRIYOR?
Karaciğer yağlanmasıyla bel kalınlaşması arasında bir çeşit “yumurta/tavuk” ilişkisi var. Tıpkı “yumurta mı tavuktan, tavuk mu yumurtadan?” sorusunun yanıtı gibi burada da “bel kalınlaşması mı karaciğeri yağlandırıyor, yoksa karaciğer yağlandıkça mı bel kalınlaşıyor?” gibi bir soru hep aklımızda. Sorunun yanıtına gelince… Ben “ikisi de doğru” diye yanıtlıyorum. Çünkü karaciğer yağlandıkça insülin direnci derinleşiyor ve neticede bel kalınlığı artıyor, bel kalınlaştıkça inflamasyon/yangı süreçleri derinleşiyor. Neticede de bu süreçler karaciğerdeki detoks süreçlerini felç edip kilo kazanımını tetikleyebiliyor.
Paylaş