Paylaş
Yaşı 40’ı geçen her üç kadından biri cilt kuruluğundan yakınıyor. Sanılanın aksine kuruluğun nedeni sadece az su içmek değil.
Kansızlık, tiroid tembelliği, genetik nedenler, hormonal eksiklikler, metabolik sorunlar da cilt kuruluğu yapabiliyor.
Bu gibi durumlarda o hastalığı tedavi etmeden kuruluğu gidermek de mümkün olmuyor.
Peki başka bir şeyler yapılamaz mı? Tabii ki yapılabilir. Mesela bir evening primrose oil desteğinden faydalanmayı düşünebilirsiniz.
Bu destek, yapısındaki gamma linoleik asit sayesinde cilde nem pompalayabiliyor.
İlk 2 ay günde iki kez 500 mg, sonra yine 2 ay süre ile günde bir defa 500 mg’lık dozlar ihtiyacınızı karşılayabilir.
Hyalüronik asit hapları da aynı faydayı verebilir. Doğru seçilmiş “şekersiz” kolajen hidrozilatları ya da peptanlarla da iyi sonuçlar alabilirsiniz.
Glutatyon takviyelerinin de cildi nemlendirip desteklediği Japonya’da yapılan yeni bir çalışma ile net ve açık olarak kanıtlandı.
Bir başka önerim de alfa lipoik asit! O da glutatyonu çoğaltarak nem oranını artırabiliyor.
Bitmedi! Listeye C vitamini ve koenzim Q10’u da ekleyin. Ve bu son ikilinin de tıpkı alfa lipoik asit gibi glutatyon üzerinden etkili olduğunu da bir kenara not edin.
Bedenden çok gönüller yorgun!
Yorgunluk yaygın bir sorun ve bu önemli meselede de bilgi eksikliğimiz var. O eksiklik şu:
Çoğumuz zannettiğimizin aksine beden değil, gönül yorgunuyuz. Fiziğimiz, kimyamız değil, ruhumuz yorgun.
Araştırmalarda da benzer sonuçlar çıkıyor.
“Yorgunum!” diyenlerin en az dörtte üçünün bedenen değil ruhen yorgun oldukları anlaşılıyor.
Peki neden? Kimler bu “ruh yorgunluğu” tuzağına düşenler? Gönül yorgunları kaygısı, endişesi, üzüntüsü ve yerine gelmesi zor beklentileri çok olanlar.
İç çatışmaları, hüzünleri, kaygıları nedeniyle kendini boşlukta hissedenler. Bir bölümü de gizli ya da açık depresyonlular.
Eğer siz de günün birinde kendinizi yorgunluk sarmalının içinde hissederseniz arka planda ruhsal bir probleminizin olup olmadığını gözden geçirin.
Bu tip yorgunlukların çözümü için de dahiliyecilere değil, psikiyatrlara müracaat edin.
Ve küçücük bir not
daha: Manevi yaşamın küçülmesi, inanç dünyasının zayıflaması da depresyona paçayı kaptırmayı kolaylaştırabilen bir sorun olabilir, aklınızda olsun.
Midenizin kimyasını bozmayın
Mide yanması, ağrısı ve ekşimesi yaygın sorunlar. Midede asit pompasını bloke eden (proton pompası baskılayıcıları) ve neticede asit üretimini neredeyse sıfıra indiren ilaçları da biz doktorların gereğinden sık reçetelediği, siz hastaların gereksiz yere kullandığı kesin.
Ciddi bir araştırma yapılsa en fazla proton pompası baskılayıcı ilaç tüketen ülkeler sıralamasının ilk 5’ine biz rahatlıkla gireriz ve bu iyi bir gidiş değil. Çünkü bu ilaçların da pek çok zararı var.
Bunların kemik erimesini hızlandırabildikleri, özellikle kadınlarda kemik kırılmalarını kolaylaştırabildiğini birkaç yıl önce birlikte öğrenmiştik.
Şimdi yeni bir marifetleri daha ortaya çıktı: Proton pompası baskılayıcılar böbreklerimizi de bozabiliyor.
Araştırma sağlam ve güvenilir bir merkezde yapıldığı için mühim. Her ilaç gibi bu ilaçları da kullanırken “En az doz ve en kısa süre ne olmalı?” ve “Bu ilaçları yutmasam olmaz mı?” sorularına cevap arayın.
Osteoporoz neden patladı?
Yeni bin yılın öne çıkan sağlık sorunlarından biri de kemik erimesi (osteoporoz). Problem daha da büyüyecek. İstatistikler 50 yaşı geçen kadınların yarısında, erkeklerin dörtte birinde kemik erimesinin varlığını gösteriyor.
Osteoporozun 60 yaş sonrası kemik kırıklarının, özellikle de kalça ve el-ayak bileği kırıklarının birinci nedeni olduğu dikkate alınırsa bu kötü gidişin sadece hayat kalitesi bakımından değil, sağlık ekonomisi için de önemli olduğu daha açıktır.
Peki, ne oldu da patladı bu sorun? Öyle ya 60’lıklar, 70’likler, 80’likler eskiden de vardı ve onların kemikleri bizimkiler gibi kof değil, taş gibiydi. Peki neden?
Çünkü onlar daha fazla süt ürünü tüketiyor, daha çok güneşle buluşuyor, tencerede kısık ateşte kaynattıkları kemikli et yemeklerini yiyip bol bol kolajen kazanıyor, daha çok hareket ederek kemiklerine kalsiyum pompalıyorlardı.
Meyve mi, sebze mi?
Meyvenin her türlüsü vazgeçilmezdir. Sağlığınızı destekler. Bedeninize güç, kuvvet verir ama yine fazlası içindeki fruktoz nedeniyle sağlığınıza zarar da verebilir. Peki ne yapacağız?
Günde 4-5 porsiyon sebze ve meyve yiyelim ama 4 porsiyonunu sebzeye, bir porsiyonunu meyveye ayıralım. Kısacası ikisinden de vazgeçmeyelim ama “orana” dikkat edelim.
Sebzenin de, meyvenin de farklı sağlık faydaları var. Sebzelerde olan bazı şeyleri meyvelerde, meyvelerde olan bazı şeyleri de sebzelerde bulmamız mümkün olmayabiliyor.
Önemli olan burada da bilimsel verilere sadık kalıp işin dozunu kaçırmamak. Özellikle meyve tüketirken biraz daha dikkatli olmak.
Günlük maksimum 5 porsiyon sebze ve meyve yiyebiliriz ama bu 5 porsiyonun dördünü sebzeye, birini meyveye ayırmak lazım.
Sebzeleri bir kenara bırakıp meyvelere yüklenmek yok.
Egzersiz hangi hastalıkları önler?
Egzersizin çok yönlü bir önleyici ilaç olduğunu daha önce de yazdık.
Düzenli egzersiz yapanların pek çok hastalıktan uzak kalma şansları var. Mesela mı? Egzersiz;
◊ Kanser olasılığını azaltır.
◊ Alzheimer hastalığına yakalanma ihtimalini yarıya indirir.
◊ Depresyondan korunmayı kolaylaştırır.
◊ Şeker hastalığı ihtimalini azaltır.
◊ Koroner kalp hastalığı riskini düşürür.
◊ Osteoporozu engelleyebildiği de gösterildi.
◊ Kronik romatizmal hastalıklardan korunmada da işe yarıyor.
Paylaş