Paylaş
Bu damlacıklar ise ultraviyole ışığının yoğun olduğu, güneşli ortamlarda, hele hele bir de hava kuru ve sıcaksa daha kısa sürede etkisiz hale geliyor. Ben dahil pek çok uzmanın geçtiğimiz yaza umut bağlamamızın nedeni de zaten bu idi. Ama sıcak yaz ayları bile düşündüğümüz faydaları maalesef getirmedi, getiremedi. Kışa gelince... Peşinen ve üzülerek belirtelim: Bu kış çok zor geçecek.
KISA BİLGİ
KIŞI ZORLAŞTIRAN NE?
KIŞ boyunca maalesef yukarıda anlattığım durumların tam da tersi gerçekleşecek. Ultraviyoleden faydalanma olasılığımız azalacak. Havalar soğuyacak. Kalabalıklar kapalı ortamlara taşınacak. Netice mi? Durum açık ve net: Neticede de virüs yüklü partiküller havada daha uzun sürede kalacak. Hastalığın solunumla bulaşma ihtimali artacak. Ayrıca kış aylarında kapalı ortamlarda kalma süremizin artması da önemli bir handikap haline gelecek. Bu olumsuz gelişmeler de virüsü daha kolay bulaştıracak. Kışı bekleyen tehlikeler sadece işyerleri, toplu taşıma araçları, okullar için söz konusu da değil. Evlerimiz için de aynı tehlikeler geçerli. Evlerimizde de aynı problemler yaşanacak. Aile içi bulaşmalara bağlı vaka sayıları muhtemelen daha da artacak. Bu nedenle “maske meselesi”, daha doğrusu “maske farkındalığı” ve “sosyal mesafeye uyma” zarureti bu kış çok daha önemli bir ayrıntı, vazgeçilmez bir zaruret. Tavsiyem şu: Ailenizle birlikteyken de misafirlerinizi ağırlarken de toplu taşıma araçlarında seyahat ederken de işinizi gücünüzü yaparken de bu bilgileri daima hatırlayın. Bulunduğunuz ortamı sık sık havalandırarak temiz havanın gücünden faydalanmaya, maske ve mesafe kuralına uymaya devam edin.
BANA GÖRE
ŞİMDİ ‘KORONA FARKINDALIĞI’NA İHTİYACIMIZ VAR
MANZARA açık ve net: Uzayan pandemi süreci hepimizi yordu, süregiden sorunlar koronaya olan dikkat ve konsantrasyonumuzu ikinci plana itti. Sanki bu olumsuz gelişmeler yetmezmiş gibi “hastalığın eskisi kadar ağır seyretmediği, zatürreye yakalananların ve ölüm oranlarının azaldığı algısı” da maalesef zihinlerde yer etti. İşi hafife almaya başladık. Düşman görünmez de olduğu için ondan gereği kadar korkmuyoruz. Bu korkusuzluk hali de ciddi bir tehdit olma yolunda. Hepimiz “Yeni bir karantina olacak mı?” sorusuna odaklanmış durumdayız. Oysa sorun sürüyor ve bu sorunu “karantina tehdidi” ile değil, “sağlık farkındalığı”, daha doğrusu “korona farkındalığı” ile aşmamız mümkün olabilecek. Kısacası sağlık farkındalığının önemi artıyor, korona farkındalığının önemi giderek daha çok netleşiyor.
BİR UYARI
ORTAM HAVALANDIRMASI KIŞIN DA ÖNEMLİ
YAKLAŞAN kışla birlikte kapalı ortamda geçirdiğimiz süreler uzamaya başladı. Bu değişim net ve açık olarak virüsün daha kolay yayılma şansı yakalaması anlamına da geliyor. Hatırlayalım, virüs onu taşıyanların havaya saçtığı gözle görülmeyen su damlacıklarının solunması yoluyla bulaşıyor. Bu bulaşmayı azaltmanın ilk iki yolu maske ve mesafe kurallarına koşulsuz uymak. Ama virüsün ortamda kalma ihtimalini azaltmak da çok önemli bir ayrıntı. Pencereleri açıp kapalı ortamları sık sık havalandırmak ise virüsü ortamdan uzaklaştıran en basit ve ucuz tedbirlerden biri. Lütfen evinizde ve işyerinizde hava sirkülasyonu için pencerelerinizi günde en az 2-3 defa, 15-30 dakika süreyle hatta mümkünse daha sık ve uzun açık tutunuz. Süreci bulunduğunuz yerdeki farklı pencerelere aynı anda uygulayarak hava akımına cereyan yaptırmayı da ihmal etmeyiniz. Bilelim ki evlerin, ofislerin ve okulların hava kalitesini arttırmada ve oluşabilecek bir virüs kirlenmesi ihtimalini minimuma indirmede doğal havalandırmayı denemek son derece etkili bir önlemdir.
UNUTMAYIN
KAYITSIZLIĞA HAYIR, FARKINDALIĞA EVET!
BİLELİM ki hastalığı hafif atlatanlarda bile böbrek, kalp veya karaciğerde hasar gelişebiliyor. Unutmayalım ki bazı hastalarda ilk belirtiler felç ya da işitme kaybı da olabiliyor. İşte bu nedenle meseleyi ciddiye almaya devam etmemiz, halkımızın “korona kayıtsızlığı”nı bir yana bırakıp, güçlü bir “korona farkındalığı” geliştirmesine yardımcı olmamız gerekiyor.
OKUR SORUSU
BİZDE GUATR NEDEN ÇOK YAYGIN?
ÜLKEMIZDE guatr hastalığının beklenenden çok daha yüksek oranda görüldüğü doğrudur. Bunun bir numaralı nedeni de besinlerimizde yeteri kadar iyotun bulunmamasıdır. Günlük beslenmemizde ihtiyacımız olan 100-150 mikrogram civarındaki iyotu yiyecek ve içeceklerimizle maalesef karşılayamıyoruz. Oysa iyot, tiroid bezinin görevlerini yerine getirmesi, yani tiroid hormonlarının üretilmesi için vazgeçilmez bir mineral. Eksikliğinde tiroid bezinin işlevleri bozuluyor, bezde büyüme, kistleşme, nodülleşme ve benzeri olumsuzluklar gelişmeye başlıyor. Ayrıca ülkemizde sadece iyot noksanlığı sorunu yok. Bana göre ciddi bir selenyum yetmezliği meselesi de var. Selenyum da tiroid bezinin iyi çalışabilmesi ve görevlerini aksatmadan yerine getirip gerekli hormonları üretebilmesi için vazgeçilmez bir mineral. Kısacası ikisine de ihtiyacımız var.
OKUR SORUSU
TİROİD HASTALARINA NEDEN SELENYUM ÖNERİLİYOR?
SADECE tiroid hastalarının değil, sağlıklı herkesin günde 50-100 mikrogram selenyuma ihtiyacı var. Selenyum et, tavuk, deniz hayvanları, ceviz, badem ve benzeri besinler ve yumurta ile kazanılan bir mineral. Selenyum eksikliğinde tiroid bezinin ürettiği T3 hormonunun üretimi azalıyor. Neticede de bir tür tiroid yetersizliği tablosu gelişebiliyor. Ayrıca selenyum antioksidan bir mineral. Tiroid bezini serbest radikallerin oksitleyici/paslandırıcı etkilerinden de koruyor. Zaten bu nedenle de özellikle Haşimoto hastalarına “selenyum takviyesi” genellikle öneriliyor. Ama bu takviyeleri de doktor kontrolü altında almanız lazım. Zira selenyumun fazlasının da zararları var.
Paylaş