Paylaş
Keten tohumundan nasıl faydalanmalı?
Keten tohumu bitkisel omega-3 kaynaklarının en mühimlerinden. Çok çok güçlü bir alfa linolenik asit (ALA) kaynağı. Üstelik ucuz bir doğal ilaç.
Tabii ki her ilaç gibi onun da bir “kullanım şartnamesi” var. Mesela birden bire fazla miktarda keten tohumu yuttuğunuzda gaz, şişkinlik, hatta ishal problemi ile karşılaşabilirsiniz. Bu nedenle dozu yavaş yavaş artırmak gerekiyor.
Ayrıca doğal haliyle değil, öğütüldükten sonra kullanmanız lazım. Tam da burada “temizlik” konusu gündeme geliyor. Üzerindeki muhtemel kirleri temizlemek için önce sudan geçirmeniz, ardından kızgın bir tavada hızla -kavrulmasına fırsat vermeden- kuruttuktan sonra öğütmeniz lazım.
Önemli bir bilgi de şu: Keten tohumundaki ALA’nın karaciğerde EPA ve DHA’ya, yani omega-3’e çevrilme oranı yüzde 3-5’i geçmiyor. Anlamı şu: Sadece keten tohumu kullanarak ya da keten tohumu yağından istifade ederek omega-3 eksiğinizi kapatmanız mümkün değil.
Birkaç mühim ayrıntı daha: Keten tohumu çabuk oksitlenen bir yağ yapısına sahip. Kendini de, tozunu da, yağını da dikkatle saklamanız önemli.
Omega-3 yağlarından ne zaman faydalanmalı?
Omega-3 içeren gıdaları sabah, öğlen ya da akşam tüketmeniz fark etmiyor, siz onları ne zaman tüketirseniz tüketin bedeninize giren her bitkisel veya hayvansal omega-3 mutlaka işe yarıyor.
Mesela Baltık ülkelerinde (İsveç, Norveç, Danimarka) balık kahvaltıda bile yenen bir besin. Aynı bilgi omega-3 destekleri için de geçerli. İster hapı, ister şurubu kullanın fark etmiyor, bunları da günün herhangi bir saatinde ve mümkünse yemeklerle birlikte tüketebilirsiniz. Aklınızda olsun, Omega-3 destekleri kilo yapmıyor. Üstelik kilo vermeyi kolaylaştırıyor.
Unutmayın: Omega-3 desteklerini kullanmadan önce kan ölçümleri yaptırmanız da gerekmiyor. Ölçümleri yapan testler var ama hem çok pahalılar, hem de eksiklik herkeste söz konusu olduğundan teste gerek kalmadan başlanabiliyor.
Omega desteklerini kullanırken antioksidan başka bir şey kullanmanız da gerekmiyor...
Her gün 2 litre su içmek ZORUNDA MIYIZ?
Bedenimizin yarıdan fazlasını su ve diğer sıvı yapıları oluşturuyor. Diğer taraftan sadece nefes alıp vermekle ya da dış ortam ısısına uymakla bile farkına varmadan su/sıvı kaybediyoruz. Dolayısıyla bedenimize düzenli olarak su veya sıvı takviyesi yapmamız şart.
Dikkat ederseniz “sıvı takviyesi” tavsiye ettim. “Günde 2 litre su içme” şeklindeki tavsiye hep “sadece su içmek” şeklinde anlaşılıyor ama gerçekte durum farklı. Bedenimize çayla, meyvelerle, sulu yemeklerle giren sıvılar da su ile aynı işi görüyor. Süt içiyorsanız onu da listeye dâhil edebilirsiniz.
Özeti şu: Sağlıklı bir yetişkinin günde 7-8 bardak kadar suyu ya da sıvıyı bedenine kazandırması lazım. Bunun bir bölümünü “kaliteli su” içerek karşılaması tabii ki daha doğru olanı.
Kaliteli su kavramının içinde daha fazla mineral, özellikle kalsiyum ve magnezyum içeren, dolayısıyla alkali gücü takviye eden sular olduğunun da altını çizelim.
Domates sadece içindeki likopen nedeniyle mi önemli?
Domates mükemmel bir gıda. Sebze mi, meyve mi hâlâ tartışılıyor ama bana sorarsanız onu da zeytin gibi “meyve grubu” besinlerin arasına yerleştirmemiz lazım.
Pratikte meyve mi, sebze mi olduğunun da hiçbir önemi yok. Yeter ki siz ondan usulünce ve sık sık istifade etmenin bir yolunu bulun.
Malum yaz yaklaşıyor, bahçe domatesleri yavaş yavaş pazar, manav tezgâhlarında yerini alıyor ve de domates fiyatları düşüyor.
O nedenle bahar ve yaz sofralarında domatese daha çok ve sık yer açmanızda fayda var.
Bunun birinci nedeni domatesteki kırmızı mucize, yani “likopen”! Likopen domatesi domates yapan esas doğal ilaç. Müthiş bir karetenoid. Cildi, kalbi, belleği, prostatı, yumurtalıkları, kalınbağırsağı koruyup kolladığını hepimiz çoktan öğrendik. Ama çoğumuz domatesin çok düşük kalorili bir besin olduğunun, çok güçlü bir potasyum ve posa kaynağı olarak bilindiğinin henüz yeteri kadar farkında değiliz.
Bir başka bilgiyi de hatırlatalım: Domates sadece içindeki likopen nedeniyle “kanser savar” bir besin değil, kansere yol açan nitrozaminlerin zararlarını önleyen klorojenik asit ve kumarik asit bakımından da son derece güçlü bir meyve.
Çiğ mi, pişmiş mi?
Eğer biri size “Çiğ gıdalar mı, pişmiş gıdalar mı daha sağlıklı?” diye bir soru sorarsa yanıtınız “İkisi de sağlıklı bir beslenme yaklaşımıdır” şeklinde olsun. Çünkü gıdaları pişirerek yemenin de, çiğ olarak tüketmenin de farklı faydaları var.
Ayrıca bazı gıdaları özellikle pişirdikten yani ısıl işlemden geçirdikten sonra yemeniz daha akılcı.
Mesela domates için böyle bir durumun varlığı kesin. Domatesteki likopen maddesi domates ısıl işlemden geçirildikten sonra daha fazla işe yarıyor.
Ama diğer bazı besinler için tam tersi bir durum söz konusu olabiliyor. Örneğin C vitamini zengini bir sebzeyi haşladığınızda ya da kızarttığınızda içindeki C vitamininden faydalanma ihtimalini sıfıra indirebiliyorsunuz.
Karnabaharı kızarttığınızda içindeki “antikanser” unsurları yok ediyorsunuz. Balığı kızartarak yiyorsanız içindeki omega-3 zenginliğini unutun!
Başka ayrıntılar da var ama özeti şu: Pişirmek gıdaların lezzetlerini artırabildiği, onları daha kolay çiğnenir hale getirebildiği, hazımlarını kolaylaştırdığı için tercih edilmesi gereken bir yöntem.
Bununla birlikte çiğ gıdaların vitamin, mineral, enzim ve antioksidan içerikleri daha yüksek kalıyor. Ayrıca çiğ besinlerin glisemik indeksleri de pişmiş gıdalarınkinden daha düşük oluyor.
Diğer taraftan pişirme işlemi özellikle suda haşlama şeklinde yapıldığı zaman faydalı besin maddelerindeki kayıp oranı da fazlaca yükselebiliyor.
Son bir not: Bazı gıdalarda pişirme işlemi muhtemelen bazı mikroplardan temizlenmeyi de sağladığı için gıda güvenliğini artırıyor.
Mesela et, balık ve tavukta böyle bir durum var. Et, balık veya tavuk pişirildiğinde bulaşabilecek mikroplar (mesela sanmolenna) minimuma iniyor. Ama burada da yine bir ayar durumu lazım.
Çünkü bu üçlü çok yüksek sıcaklıkta, özellikle kömürleştirilerek pişirildiklerinde -mangal durumları- oluşan kanserojen yapılar (polisiklik aromatik hidrokarbonlar ve hetorosiklik aminler) nedeniyle kanser tehlikesi öne çıkabiliyor.
Peki ne yapmalı? Yaklaşımınız bence şu olsun: Pişirmekten vazgeçmeyin, mümkünse buharda veya suda haşlamayı veya fırında pişirmeyi tercih edin ama her gün bir miktar besini de çiğ olarak tüketmeyi unutmayın.
Paylaş