Paylaş
Bellek=Veri tabanı değil!
Beynimizi bilgisayar, belleğimizi de veri tabanı zannetmek yaygın yanlışlardan biri. Oysa belleğimiz çok farklı, karmaşık ve mükemmel bir sistem. Çok da hassas bir yapı. O bugüne kadar öğrendiklerimizi, bugüne kadar başımızdan geçenleri depolayıp saklayan ve biz istediğimizde de “şak!” diye önümüze koyan bir veri tabanından çok daha ötesi. Üstelik ciddi ölçüde de duygusal. Aman dikkat!
Her anı eşit değil!
Her anıyı eşit zannetmemiz de bir başka mühim yanlışımız. Bütün anılarımız, yani belleğimize yüklediğimiz her kayıt aynı kıymette, aynı ton ve renkte değil. Bazıları anında unutulurken bazıları unutulmayacak kadar derinlere kazınıyor.
Unutmak kötü bir şey mi?
En mühim bellek yanılgılarımızdan biri de bu. Unutmak da bellemek ve unutmamak kadar mühim bir iş. Hatta bazı anılar söz konusu olduğunda “unutmak” iyi bir şey bile olabiliyor.
Dahası bir nimet, bir marifet haline bile geliyor. Kötü anılar mesela! Acılar! Büyük ve derin acıların kayıtlı olduğu tatsız anılar. 20-30 yıl hiç azalmadan aynı yoğunlukta, aynı tazelikte anımsanmaya devam etselerdi halimiz nice olurdu?
Ya da kayda aldığımız her telefon, her şiir, her şarkı, okuduğumuz her makale hiç unutulmasaydı? İster miydiniz belleğinizin bir telefon fihristi haline gelmesini?
Unutmayalım: Unutmak da belleğin mühim ve vazgeçilmez görevlerinden biri. Tıpkı anımsamak gibi.
Her kayıt aynı mı?
Uzun ve kısa süreli bellek kayıtları var ve bunların işleme mekanizmaları oldukça farklı.
Geçici bellekte sadece birkaç saniye bilemediniz birkaç dakika akılda tutulacak bilgilerin kaydı var. Uzun süreli bellekte ise daha derin, daha mühim kayıtlar var. Bu kayıtların çoğu da anılarla, görsellerle, duysallarla, tensel tanımlarla birlikte kaydediliyor.
Kemik için süt mü, lahana mı?
Şaka gibi gelecek ama bana sorarsanız konu kalsiyum ihtiyacının karşılanması olduğunda size lahanayı (özellikle turşusunu) süte tercih edin diyebilirim. Böyle söylersem de doğruyu seçmiş olurum. Nedeni lahanadaki kalsiyumun süttekine oranla bağırsaklardan daha bol ve kolay emilmesi. Roka veya teredeki yani yeşil yapraklı diğer sebzelerdeki kalsiyum için de aynı durum söz konusu. Bunun nedeni lahana, roka ya da terede fosforun olmaması. Bu da kalsiyum emiliminin daha fazla ve kolay olması demek. Biliyorsunuz sütte bol bulunan fosfor, sütün kalsiyumunun emilimini azaltan bir dezavantaj.
Neden süt değil? Neden yoğurt?
◊ Sütte yoğurda oranla daha fazla laktoz var da ondan. Laktoz sindirimi güç bir şeker. Yetişkinlerin de çocukların da çoğunda laktozu parçalayan laktaz enzimi yetersiz. Yani çoğu yetişkinde zaten bir laktoz intoleransı durumu var. Bu da süt içince daha çok gaz sancısı, şişkinlik, hazımsızlık demek. Yoğurtta bu sorun oldukça azalıyor.
◊ Sütte yoğurda oranla daha az probiyotik var da ondan. Yoğurt mayalı bir ürün. Bu da ona süte oranla daha bol probiyotik güç veriyor. Yoğurdun prebiyotik gücü de süte oranla daha fazla.
◊ Yoğurdun glisemik yükü de, tok tutma kapasitesi de süte oranla daha fazla.
◊ Yoğurttaki kalsiyumun emilme olasılığı süte oranla daha yüksek.
Sütte aşırı fosfor var. Fosfor da kalsiyumun emilimini azaltan bir faktör.
Granit tavalar daha mı sağlıklı?
Hayır! Granit tavalarda levha halinde granit falan kullanılmıyor. Onların yapımında da teflon benzeri bir madde kullanılıyor. Belki biraz daha kalını, hepsi bu!
Gebelere botoks yapılır mı?
Gebelere de emziren annelere de botoks yaptırmaları tavsiye edilmiyor.
Zerdeçal, zencefil, tarçın karışımını gebeler kullanabilir mi?
Bir kâse yoğurda eklenen birer çay kaşığı toz zerdeçal, zencefil, tarçın ve üzüm çekirdeği karışımının güçlü bir anti alerjik ve anti iltihap etkisi olduğu doğru. Bununla birlikte bu karışımı gebelerin ve emziren annelerin de kullanmalarını tavsiye etmem. Not: Bu karışıma çeyrek çay kaşığı karabiber ve 1 çay kaşığı sızma zeytinyağı eklediğinizde elde edeceğiniz sağlık faydasının daha da artacağı aklınızda olsun.
Probiyotik eksikliği yorgunluk yapıyor
Bağırsaklardaki muhteşem mikrobiyolojik dengenin bozulmasının çok ama çok tehlikeli sonuçları var.
Bu denge bozulduğunda (disbiyozis) sadece gaz, şişkinlik, karın ağrısı, ishal ya da kabızlık gibi sindirim sistemine has sorunlarla karşılaşmıyoruz. O ekolojik dengenin bozulması kilo kazanımından eklem ağrılarına, baş ağrılarından uyku bozukluklarına kadar pek çok problemi de beraberinde getirebiliyor.
Yeni bazı çalışmalar ise mikrobiyotadaki bozulmanın kronik yorgunluk sendromu olarak bilinen birazı depresyon, birazı uyku bozukluğu, birazı fibromiyaljiyle karakterli olan sorunla da bağlantılı olabileceğini gösteriyor.
Kısacası gaz, şişkinlik, hazımsızlık gibi sorunları “mühim değil” diye geçiştirmemiz doğru değil. Arkasında disbiyozis probleminin olup olmadığını araştırmamız gerekiyor.
Paylaş