Paylaş
Onun da bunu yazarken çok gözyaşı döktüğüne eminim.
Acısını, sızısını en derinde paylaşıyorum.
Hem onun hem de minik yavrunun...
Olanları okumuşsunuzdur belki, okumayanlara özet geçeyim.
Yine birileri belediyeye telefon etmiş “bunları toplayın” diye...
Başka canların alanlarında yaşamasına tahammülü olmayan, sokak köpeği düşmanı insanların gazına gelen birileri de zehri serpmiş etrafa.
Sonuç; minicik, hiçbir suçu olmayan, masum bir canın canhıraş çığlıkları.
Zehirlendiği, kan ve köpükler içinde kaldığı yetmemiş.
Derhal tuzlu suyla kusturulması ve acilen veterinere götürülmesi gerekirken bir de bağırttıra bağırttıra kuyruğunu kesmişler.
İyimser bir çaba belki ama bir o kadar da hayvana gereksiz, yanlış ve ekstra işkence.
Bergüzar, “Vatanım Sensin” ekibi olarak bölgedeki köpekleri yıllardır beslediklerini yazdı ve hiçbiri tarafından saldırıya uğramadıklarının, ısırılmadıklarının altını çizdi.
“Hani korkup belediyeyi arıyorsunuz ya, alıyorlar bu günahsızları, açlığın, hastalığın, susuzluğun kol gezdiği barınaklara. Önce bunu görün artık, hiçbir köpek, kedi, kuş, dünya üzerindeki hiçbir canlı -insan dışında- durup dururken size zarar vermez. İstisnalar olduğu aşikardır ama bu yine de onları zehirlemek, eziyet etmek, öldürmek hakkını sana vermez!” dedi.
Bunlardan sonra “Size bunları yapan yarın çocuğunuza da aynı şeyi yapar demeyeceğim, çünkü bu bakış açısıyla sizi ikna etmek zorunda değilim” diye devam etti.
Ve işte tam da o noktada bende büyük bir değişimin tetikçisi oldu.
Hayvan hakları mücadelemde birilerini ikna etmek için hep ben de buna sığındım, insanlar anlasın, beki biraz korksun diye “bugün onlara yarın size” dedim.
Bu kez ben de Bergüzar’la aynı fikirdeyim.
Hiçbir neden ya da bahaneyle değil, sadece hayvan hakları için bu zulme dur diyelim artık.
Bu hayvan, can, canlı düşmanı insanlar karşısında dimdik duralım.
Yazıyı yine sevgili Bergüzar’ın cümlesiyle bitireyim: “Bu dünyadaki tüm canlılar eşittir, bana da, sana da, onlara da nefes alma hakkı tanıyan tek güç yüce Allah’tır. Bu zulme ses çıkarmayan herkes bu eziyeti yapanla eşdeğerdir.”
Düğünde “ilk kavga kutusu”
Bu aralar nişan, düğün işlerine fazla dalmış durumda olduğumdan bu köşede bu tip yazılara sıkça rastlama ihtimaliniz yüksek. İşte onlardan biri.
Düğününüze bir tahta kutu, çiviler ve çekiç getirin.
Ve tabii birbirinize yazdığınız aşk mektuplarını (mektup mu kaldı, mesaj, mail atıyoruz demeyin, oturun yazın.)
Aşk mektuplarını bu kutuya koyun ve çekici alıp kutuyu çivileyin, sıkıca kapatın.
Bu kutu evinizin bir köşesinde ilk kavganıza kadar kapalı kalacak.
O ilk kavgayı ettiğiniz gün kutuyu birlikte açıp mektuplarınızı alın ve evin bir köşesine geçip okuyun.
“İlk kavga kutusu”nun işe yaramadığı çift sayısı çok azmış.
Demek ki her düğüne lazım.
İnsanın karanlık yüzü Neşter’de
İnsan hem tıp alanında uzman hem de yazar olunca ortaya içi dolu dolu, bambaşka bir roman çıkabiliyor.
Ateş Barut imzalı “Neşter” bunun en güzel örneği.
Ateş Barut, Ankara’da Türkiye’nin en donanımlı hayvan hastanesi Petcode’un sahibi ve yurtdışından bile hastaları olan bir veteriner.
Ama aynı zamanda yaratmaya ve anlatmaya âşık bir yazar.
İkinci romanı olan “Neşter”, soluksuz okunan, kendine bağlayan bir kriminal hikaye olmuş, gece gündüz demeden okudum, bitirdim.
İnsanı, karanlık tarafları adına derin düşüncelere daldırıyor.
Ama her karanlığın aydınlığında da aşk var.
Aynı bu kitapta olduğu gibi.
Tıbbi detaylarla da süslenen bu gizemli hikayeyi ve çok iyi tasvir edilen karakterleri okurken sahneler canlandı adeta, bir film şeridi gibi aktı gözümün önünden.
Ateş Barut’un “Neşter”i, beyazperdede keyifle izleyeceğimiz bir filmin hikayesi bence.
Yönetmenlerin seveceği türden bir anlatıma sahip.
Bir süre sonra beyazperdede görürsek hiç şaşırmayacağım.
Paylaş