Paylaş
Gecikmeli de olsa açıklanan ve farklı dijital platformlarda izlenebilen Oscar adayı filmleri belki izlediniz, belki de izleme sırasına aldınız.
93’üncü Oscar Töreni öncesinde bugünden itibaren her hafta bir filmi burada değerlendirelim istiyorum.
Bu yıl Oscar adaylarına baktığımızda yelpazenin geniş olduğunu görüyoruz.
Oyuncu adayları arasında farklı etnik gruplardan olanların sayısı hayli fazla.
Ve biz kadınlar için güzel bir haber; Oscar tarihi heykelciğe ulaşma yolunda aday olan sadece 5 kadın yönetmen çıkarabilmişken, bu yılki “en iyi yönetmen” listesinde iki kadın birden var.
93 yıllık Oscar tarihinde şahane bir ilk bu.
“En iyi erkek oyuncu” dalında bir Müslüman oyuncunun (Riz Ahmad) adaylığını barındırarak başka bir ilke sahip olan “Sound of Metal”i haftaya saklıyorum.
Bugün “Mank” diyelim.
Yine bir film içinde film, film içinde sinema, film içinde Hollywood durumu ile karşı karşıyayız.
Kendi sektörlerini izlemeye bayılan Oscar oylayanlarının sevdiği tarz yani.
Orson Welles’in unutulmaz filmi, sinema tarihinde bir çığır açan “Citizen Kane”in yazarı Herman Mankiewicz’in hayatını ve eserin yaratılış öyküsünü anlatan “Mank”, en fazla Oscar adaylığı alan film olarak öne çıkıyor.
Mankiewicz’in “Citizen Kane”i yazım öyküsüne odaklanırken, bir yandan da onun gözünden 1930’ların Hollywood’una bakıyoruz.
Siyah beyaz da olsa içerik açısından renkli bir film “Mank”.
1929 buhranı sonrası stüdyoların durumu pek çok çarpıcı sahneyle önümüze konuluyor.
Dönemin medya patronları ve ünlü oyuncuları da mercek altında.
Filmin bu kadar çok adaylık almasının ve konuşulmasının nedenlerinin başında, David Fincher ve Gary Oldman gibi iki dev ismi bir araya getirmesi de var tabii.
Senaryoyu David Fincher’ın babası Jack Fincher ölmeden önce kaleme almış.
Hollywood ile ilgili filmlere olan ilgim bir yana, “Mank”in gerek anlatımı gerekse de oyunculukları ile beni fazlasıyla etkilediğini söyleyebilirim.
İleriki yazılarda konuşacağımız “Promising Young Woman” gibi diğer adayların yanında çölde bir vaha gibi.
Oscar gecesi de zaten bolca konuşulacaktır.
“Mank” bir dijital platform üzerinden izlenebiliyor.
Eve dön, her şeyi affettim
Winston Churchill sadece puro sevmezdi, kendisinin hayvan sevgisi de iyi bilinir.
Arazisinde kedi, köpek dışında kelebek, balık, inek, domuz ve kuğu da beslerdi.
Kedilerini de asla yanından eksik etmezdi.
Bir rivayete göre “Kedi” adını verdiği kedisi bir gün Churchill ona bağırdığı için evden kaçmış.
Ünlü devlet adamı, kedisi kaybolunca ciddi anlamda bunalıma girmiş.
Ve dönsün diye evinin penceresine “Kedi, eve dön, her şeyi affettim” yazan bir kağıt astırmış.
Kedi neyse ki eve dönmüş ve o günden sonra Churchill onu mutlu edebilmek için elinden geleni yapmış.
Churchill’in İkinci Dünya Savaşı sırasında onunla toplantılara giren ve onu rahatlatan kara kedisi Nelson’ın da savaşta alınan kararlara katkısı olduğu söylenir.
Ama Churchill denince akla ilk gelen, sarman kedi Jock’tur.
Churchill’in hayatının son dönemlerini birlikte geçirdiği, hatta torununun düğününde çekilen fotoğrafta kucağında oturan bu sarman kedi, ölürken de yatağındaydı.
Churcill, kendisi öldükten sonra da Jock’un malikanede aynı konforla yaşamasını istemişti ve öyle de oldu.
Ama dahası da vardı. Churchill’in vasiyetnamesinde, devlete bıraktığı aile ikametgahı Chartwell’de Jock’un soyundan olan bir kedinin, yani bir sarmanın yaşamaya devam etmesi şartı yazıyordu.
Chartwell’de adı Jock olan sarman kediler yaşamaya devam ediyor.
Paylaş