Paylaş
BUSH VE OBAMA DOKTRİNLERİ
11 Eylül 2001 döneminde ABD Başkanı olan George Bush’un dış politika doktrini daha çok ‘önleyici operasyonlar’ (preemptive strike) üzerine kuruluydu. Bu da ileride ABD’nin ulusal güvenliğini hedef alabilecek olası bir tehdidin önceden bertaraf edilmesi anlamına geliyordu. Bush yönetimi bu doktrin çerçevesinde Afganistan’dan sonra Irak’a müdahale edip Saddam Hüseyin’i devirdi. Bugün Ortadoğu’da hâlâ bu müdahalenin sancıları yaşanıyor.
Barack Obama, Bush’tan sonra başkanlığa gelirken Afganistan ve Irak’taki askerlerini çekme vaadinde bulunuyordu. Ortadoğu bir yüktü. ABD’nin Pasifik, Latin Amerika ve Asya’ya yönelmesi gerekiyordu. Eski düşmanlar yeni ortaklar olabilirdi. İran ile nükleer anlaşma sürecine onay veren Obama, Küba ile de buzları eritmeyi başardı. Ancak Obama istese de Ortadoğu peşini bırakmadı. Irak’tan topluca çekilen ABD askerleri parti parti geri dönmeye başladılar, bu kez sadece Irak’ta değil, mini bir dünya savaşının yaşandığı Suriye’nin de içine çekildiler.
*
Obama, geçen yaz Atlantik dergisine verdiği röportajda, Suriye’de kimyasal silah kullanımını ‘kırmızı çizgi’ olarak belirleyip de sonra müdahale etmemesini ‘Washington’ın senaryo kitaplarını bozmak olarak’ nitelemişti. Öte yandan Ortadoğu, Obama’nın da dış politika doktrininin şekillenmesine de katkı sağladı. Artık ABD, askerleriyle doğrudan değil, Suriye’de terör örgütü PKK’nın uzantısı YPG ile yapılan ortaklık gibi yerel güçleri taşeron olarak kullanarak savaşıyordu.
SUUDİLER İLE SİLAH ANLAŞMASI
VE şimdi ABD’nin yeni Başkanı Donald Trump sahnede. Trump, ilk yurtdışı gezisinde Riyad’dan başlayan Kudüs’te devam eden Vatikan’a ulaşan bir dinler arası seyahat yaptı. Ancak düne kadar gezinin en önemli ayağını Suudi yönetimi ile yapılan 110 milyar dolarlık silah anlaşması oluşturdu. 10 yıl içinde 350 milyar dolara kadar Suudi Arabistan’a silah satışı öngören bu işbirliği, Trump’ın uygulayacağı dış politikaya dair de bazı ipuçları verdi.
Obama döneminde varılan nükleer anlaşma sayesinde İran bölgesel bir güç olarak öne çıkarken, bunun Suriye ve Yemen’deki Şii etkisini arttırdığı iddia edilmişti. İran’ın güçlenmesi başta Suudi Arabistan ve Körfez ülkelerinde rahatsızlık yaratırken geleneksel müttefik Washington ile Riyad’ın arasında soğuk bir döneme girilmişti.
Yeni silah anlaşmasıyla ABD, 11 Eylül 2001 terör saldırılarından bu yana arasının inişli çıkışlı olduğu Riyad’a geri dönüyor. Trump yönetimi, Rusya ve Çin destekli İran’ın nüfuzuna karşı İsrail ile Arap işbirliğini teşvik ederken Suudi Arabistan’ın askeri anlamda gelişmesinin terörle mücadelede elini güçlendireceği ve ABD’nin askeri anlamda yükünü azaltacağınısavunuyor. Lockheed Martin, Boeing, Raytheon gibi Amerikalı silah üreticileri bu işten kârlı çıkar, ABD’de yeni iş alanları için zemin oluşurken insan hakları örgütleri ise daha fazla silahın daha fazla insan hakları ihlali anlamına geleceği konusunda uyarıyor.
ÖNCE AMERİKA VE YÜK PAYLAŞIMI
TRUMP, Riyad ziyaretiyle dış politikada dümen kırarken, dünkü NATO ziyareti de transatlantik ilişkilerin geleceği açısından önemliydi. Daha önce NATO’yu ‘eskimiş’ olarak tanımlayan ABD Başkanı’nın NATO’ya iki mesajı vardı. Finansal külfet paylaşımı ve terörle daha etkin mücadele. NATO müttefiklerinin 2014 Galler Zirvesi’nde aldıkları savunma taahhüdü kararı çerçevesinde her üyenin Gayri Safi Yurt İçi Hasılası’nın en az yüzde 2’sini savunma harcamalarına ayırması gerekiyor. Üye ülkelerin çok azı şimdilik bu hedefi yakalayabiliyor.
Trump, ‘külfet paylaşımı’ diye adlandırdığı bu finansal maliyetin paylaşılması gerektiği konusunda baştan beri baskı yapıyor. NATO bu baskılar karşılığında zirvede sembolik bir adımla karşılık vererek kurumsal olarak da DEAŞ ile mücadele koalisyonuna katılma kararı aldığını açıkladı. Ayrıca NATO Genel Sekreteri Jens Stoltenberg, savunma harcaması konusunda son dönemde ittifak üyelerinin ilerleme kaydettiğini açıkladı. ABD Başkanı, Riyad gibi NATO’yu da askeri anlamda bir evrim sürecine yönlendiriyor.
Henüz ocak ayında göreve gelen Donald Trump için herhangi bir doktrinden bahsetmek için erken.
Ancak Başkan Trump’ın dış politikasında ‘Önce Amerika’ (America first) ve müttefiklerle ‘külfet paylaşımının’ (burden sharing) önemli başlıklar olacağı anlaşılıyor. Bunu Suudi Arabistan ziyaretinde olduğu gibi Brüksel görüşmelerinde de gördük.
Paylaş