Paylaş
Asr-ı saadet günlerinden birinde, Yemen illerinden Karen'in çorak tepelikleri arasında, keçi çobanlığı yaparak dervişane bir yaşam süren Hz.Veysel Karani her günkü gibi köylülerin kendisine emanet ettiği hayvanlarını otlatmak üzere dağ taş demeden dolaşmaktaydı. Aklının bir kenarında kendini bakımına adadığı kör ve felçli, yaşlı anacığı, içinde ise coştukça coşan Allah aşkı ve onun sevgilisi dost Muhammed(sav)'i bir kez olsun görmeye duyduğu özlem.. Gün batmadan keçileri toparlayıp geri götürmeliydi ancak bir grup keçinin alışılagelmişin çok ötesindeki canlılığı ve hareketliliği işini daha da zorlaştırmaktaydı bu sefer. Neydi bu halleri bunların? Az önce şu ağacın meyvelerini yiyorlardı afiyetle, sonrasında ne olmuşsa olmuştu.. Güçlükle de olsa sonunda keçileri devşirmeyi başaran Hz.Üveys ağacın kırmızı meyvelerinden de birkaç avuç atmayı ihmal etmedi heybesine. Yolda meyvelerden birini tatmak üzere ağzına atmasıyla buruk, acı bir tad diline damağına yayıldı; Yenilecek şey miydi bu! Ama Allah(cc) hiçbir şeyi boşuna yaratmamıştı, vardı muhakkak bir kerameti bunların da. Hayırlısı bakalım..
Nihayet keçileri teslim etmiş, anacığının karnını doyurmuş, temizliğini yapmış, topladığı çalı çırpıyla akşam ateşini yakmış, oturmuştu başına. Bir süre ibadetle, zikirle meşgul olduktan sonra, tefekküre dalmış bir halde heybesindeki taneleri ateşe atmaya başladı teker teker. Ve çok geçmeden ateşten tüten tanelerin kokusu çarptı burnuna, ateşe eğildi hemen. Kavruk tanelerden toplayabildiğini topladı vakit geçirmeden. Ne de güzel kokuyorlardı. Yeniden ağzına attı birini ki, gülümsedi! Her meyvenin içinde birbirine bakan, ateşten esmerleşmiş iki çekirdek, acılıklarından eser kalmadığı gibi yemesi pek de keyifliydi şimdi. O geceki azığı bu çekirdekler olmuştu, lütuf, şükretti.. Daha yarım saat ya geçmiş ya geçmemişti, Hz.Karani bedenindeki değişiklikleri fark'etti; yorgunluğundan hiç eser kalmamıştı, zihni iyice billurlaşmış, tüm uzuvları ayrı bir kuvvet bulmuştu sanki. "Şimdi anlaşıldı keçilerin bugünkü halleri. Ne mübarek meyve!". Buna bir isim bulmalıydı.. "İnsanlar bundan keyif bulacak, dileyen Hak'ka yakınlaşmanın keyfini, dileyen de nefsininkini!", adı da 'keyif veren'; "keyfe" olsundu o halde…
Kahvenin gerçek keşif hikayesi üzerine rivayetler dışında kesin bir bilgi yok maalesef. Fakir yukarıda kendi dilimce anlatmaya çalıştığım meseli severim. Benzer bir hikaye Etiyopyalı keçi çobanı 'Kaldi'ye de isnad edilir. Bu hikayede de "Kaffa'lı Kaldi" kahve çekirdeklerini sufi dervişlere götürür. Bir başka iddia kahvenin uzun yıllar Etiyopya'da 'sihirli meyve' olarak geleneksel tıpta kullanıldığı, çekirdeklerinin öğütülüp unundan ekmek yapılageldiği, daha sonra Yemen'e geçtiği, bugün bildiğimiz içiminin ise sufilerce geliştirilip yaygınlaştırıldığıdır. Kahvenin, 'Saba Melikesi Belkıs'ın Hz.Süleyman'a getirdiği hediyeler arasında olduğu da iddialar arasında. Ancak tüm iddialar kahvenin uzun süredir sufilerce tercih edilen bir içecek olduğu noktasında kesişiyor. Bu da doğaldır çünkü kahve, az yemek, az içmek, az uyumak düsturunu benimseyen sufilerin bu hallerini destekleyecek harika bir içecektir. İnsanı hem tok hem uyanık tutar. Böylelikle sufiler hizmete, öğrenime, zikir ve ibadete daha fazla zaman ayırıp, güç ve zindelik bulabileceklerdir. Kahve ritüelinin de ayrıca sufilerin nefs terbiyesi yöntemleriyle bir örtüşüklüğü vardır. Kahve bitkisini yetiştirmek, toplamak zahmetlidir. Doğru zamanda meyvadan ayrılan çekirdekler ateşte kavrulur, dibekte dövülür, değirmende çekilir, nihayetinde suya karıştırılıp, pişirilir, sonunda faydalı, leziz bir içecek haline getirilir ve usülünce ikram edilir. Her aşama ayrı tesbihatla yapılır ve dikkat edilmez, özen gösterilmezse doğru kıvam yakalanamaz. Bir dervişin yetişmesi de böyledir. Zahmetli, sabır isteyen ama uğraşmaya değer..
Kahveden bahsedip de Hz.Hasan el-Şazeli'yi anmadan olmaz. 1196'da Fas'ta doğup 1256'da Hac yolunda iken Sina yarımadasında Hakk'a yürüdüğü kabul edilen Sufi Pir Şazeli Hazretleri uzun süre Tunus'u mesken tutmuş, büyük İslam alimlerindendir. Kahvenin bir içecek olarak ilk tüketimini ona isnad eden rivayetler bulunsa da fakirane görüşüm Magrip'ten Hicaz'a türlü seyahatler yapan bu zatın sufilerle münasebetleri sırasında kahveyle tanışmasından sonra, tüketiminin yaygınlaştırılması ve sufi tarikat adabına uyarlanacak şekilde kurumsallaşmasını sağlamakta başat rol oynadığıdır. Kahvenin Osmanlı'ya bu yolun dervişlerince getirildiği genel kabul görmüştür. Öyle ki daha sonraları 16.yy'da İstanbul'da ilk kahvehanelerin açılmasıyla, neredeyse her kahvenin duvarında şu levhanın asılı bulunması gelenek halini almış; "Her seherde besmeleyle açılır dükkanımız, Hazreti Şazeli'dir Pirimiz üstadımız". Zaten Osmanlı'da neredeyse tüm sufi tarikatlarınca kabul gören 12 hizmet makamı, yahut 12 posttan biri 'kahveci postu' olup, kahve ocağının üzerinde "Ya Hazreti Şeyh Şazeli" yazılı levha bulundurulur, görevli derviş ateşi uyandırıp cezveleri ocağa sürdüğünde Hazreti Pir'e teveccüh edermiş..
Özetle, önceleri neredeyse yalnız sufilerce rağbet edilen bu içecek nihayet 1500'lü yılların başında Mekke'de bir caminin yanında, Müslümanların ilim öğrenip, sohbet ettikleri ilk 'kıraathane'nin açılmasına vesile olmuş ve akabinde yayılımı hemen ivme kazanmış. İslam dünyasında hızla yaygınlaşan bu okuma evleri 'kıraathaneler', zamanla avamlaşarak kitapsız kahvehanelere dönüşmüş olsa da bugün dahi halen sohbet ve kahvehane neredeyse ayrılmaz bir ikilidir..
Kahve, yetiştirilmesindeki zorluklara karşın, tüketimi memleketimiz toprakları üzerinden tüm dünyaya yayılmış, kuvvetli bir içecek. İslam aleminde, ilim, sanat çevrelerinde el üstünde tutulmuş, çevresinde bir kültür oluşmuş. Acaba nedir bunun hikmeti? Sanırım bu sorunun cevabının bir cüzünü geçen haftalarda misafirimiz olan Fransız Şazili Şeyhi Muhammed Efendiyle yaptığımız sohbette keşfetmek nasip oldu. Şazili Hazretleri'nin dervişlerine zikir öncesi kahve içmelerini şart koşmaları üzerine tartışıyorduk.. Zikir meclislerinde zikredilen Allah'ın güzel isimlerinden bazısının kimi meşreplerce bazen, dille ve hareketle kuvvetlice itilerek kalbe indirilmesi arzulanmış, bunu sağlayacak teknikler geliştirilmesi uygun görülmüş, yahut o yolun büyüklerine bunun yolları ilham edilmiş. Bu gibi zikir usullerine 'kalbi zikir' de denilir. Mevzubahis kuvvetli itişteki kuvvetin sahibi de tabi ki Allah(cc)'dır ve bunu yine ilgili esmaları vasıtasıyla yapar. İşte bu esmalardan biri de "El-(Q)Kaviyy" esmasıdır. Hz.Konevi'ye göre "Bu esma '(Q)Kâdir' demektir. El-Kaviyy, sahip olduğu izzet ve zıtları birleştirmek (q)kuvvetiyle (q)kuvvetli olandır". Kahve kelimesinin bu esmadan türediği de iddia edilmekte. Muhammed Efendi'ye göre ise; dilimizde tam olmayan, 'Ka' ile ikame ettiğimiz kuvvetli itiş seslerinden 'Qa'yı başına alan bir "Huve' duyulur aslında '(Q)Kah(u)ve' söyleminde, hem de bir 'Ah' merkezinde! 'Huve' yani 'Hu' esması Yaradan'ın Aramaik dillerdeki 3.tekil şahıs (O) zamirinde ifade bulması olup kimilerince 'İsm-i Azam' olarak da kabul edilir.. Anlaşılan Şazili Hazretleri de kahvede zuhur eden esmanın, yahut esmaların hikmetinden faydalandırmak istemiş dervişlerini. Böylece kalp açılacak, içine Allah'ın güzel isimlerinin nuru daha kolay nüfuz edecektir. Ve kim bilir, belki de bu esmalardan (en az) birinin hikmetiyle tüm dünyanın sevdiği içecek olmuştur 'qahwe'. Yaradılmış herşey Yaradan'ı zikretmiyor mu kendi dilinde? Halleriyle halleniyoruz bazen biz de! En doğrusunu Allah bilir…
Ola ki fakire bunca sözü ettiren kahveyle ilgili ve hayatımda kahvenin önemli bir yer edinmesinin gizli sebebi, "el-Kaviyy" esmasının ebced hesabına göre sayısal değerinin 116 olması ve aynı sayının "Musa" isminin de sayısal değeri olmasıdır.. Bu yakınlığın verdiği cesaretle, yeni lezzetler arayanlara son bir ufak nasihat; Kahvenin tad ve aromasının kuvveti herşeyle birleşmesine müsade etmez, nasıl ki "Bilenle bilmeyen bir olmaz"! Klasik Türk kahvenizi tadlandırmak isterseniz ki bu aslında her daim gelişmeye ve genişlemeye açık sufi düşünüşüyle de uygunsuz düşmeyecektir, kakule, sakız gibi bilinen doğal tadlandırıcıların yanında, tarçın, karanfil, zencefil ve/veya güçlü bir kır nanesi(mint) katkısını denemenizi önerebilirim. Üzerine sıcak süt eklemek de olasıdır. Ama tüm bunları karıştırmanın, pişirmenin incelikleri vardır. Onları da kendiniz keşfedin bi zahmet, erişsin size de rahmet, tek olmazsa olmazımız gönülden muhabbet! Kahvenin etkisiyle sözü uzattık Ya Hu, affola. Dilerim, afiyetle kalın bu yeni yılda!..
Paylaş