Paylaş
Dışişleri Bakanı Mevlüt Çavuşoğlu dün, 31 Mayıs öğle saatlerinde ABD’ye adeta bir son dakika uyarısı yaparak YPG’yi silahlandırmaktan vaz geçmesini istedi.
Bunun “Suriye’nin toprak bütünlüğünü tehdit edeceği” sözü YPG/PKK’nın Suriye’de bir Kürt bölgesi kurmak istediği imasına dayanıyordu. Çavuşoğlu ayrıca YPG’ye verilen silahların bir gün sadece Türkiye’ye değil herkese tehlike oluşturacağını da söyledi.
Çavuşoğlu bu son dakika uyarısının ABD’yi kararından döndürmeyeceğini tahmin edecek kadar dış politika deneyimine sahip bir siyasetçi.
ABD 2014 Kobani muharebesinden bu yana Suriye’deki bütün planlamasını, piyade gücü olarak PKK’nın Suriye kolu PYD’nin milis gücü YPG’yi kullanmak üzerine yapıyor.
Bu planlama, önceki ABD Başkanı Barack Obama’nın siyasetinden kaynaklandı. Bush’un Amerikan askerini Irak çöllerinde öldürtmesine karşı çıkan Obama Suriye’ye Amerikan askeri göndermek istemedi. Onun yerine sadece PKK militanları değil, IŞİD’e karşı savaşmak isteyen Türk solundan militanlar da gidip ABD Merkezi Komutanlık (CENTCOM) komutası altında Rakka önlerinde savaşıp ölmeye başladı.
CENTCOM son üç yılını bu planlamayla geçirdi. Yığınağını ona göre yaptı. Obama’yı bu kararından döndüremeyen Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan bir umut yeni Başkan Donald Trump’tan ricacı oldu. En son 16 Mayıs’a Beyaz Saray’da yüzüne söyledi, “Bir terör örgütüne karşı diğerini kullanmak yanlıştır dedi.
Aslında bunu Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin’e de söyledi.
Ama ikisinden de olumlu yanıt alamadı. Bunun bir nedeni, hem ABD, hem Rusya’nın önceliğinin bir an önce IŞİD’i bertaraf etmek istemesiydi, gerisi sonraki işte. Bir nedeni de Türkiye’nin Suriye karnesinin pek parlak olmamasıydı. Mültecilere kucak açması örnek değildi ama komşusundaki iç savaşın bu kadar içine girip üstelik taraf olmak kötü örnekti.
Özetle, Erdoğan’ın uğraşısı Rusya’yı da, ABD’yi de YPG desteğinden vaz geçirmedi.
Çavuşoğlu’nun ki de geçirmeyecek, harekâtın eli kulağında zaten.
Türkiye ABD’yi durduramayacak ama bu Türkiye’nin uyarısının yanlış olduğunu göstermez.
Çünkü ABD’nin bu konudaki karnesi çok kötü…
1960’ların sonunda Vietnam ve Kamboçya’da kimlerle yatağa girip ne felaketlere yol açtığı ortada. O felaket bölgesel ölçekte kalsa da, fazladan yüzbinlerce insanın öldürülmesine, ülkelerin mahvına sebep oldu.
1980’lerde Afganistan’daki ortaklıklarının ceremesini bugün sadece biz, sadece kendileri değil bütün dünya çekiyor. Sovyet işgalini durdurmak için İslamcı aşiret liderlerine verdikleri silah ve askeri eğitim, Kızıl Ordunun ilerleyişini durdurdu, yani o çerçevede başarıya ulaştı ama kısa süre yıkıcı yan etkileri dünyayı sarstı.
Suudi Arabistan’ın para ve (sadece Arap ülkelerinden değil Kafkaslar ve Balkanlardan da) cihada gönüllü militanlar akıtması, Pakistan istihbaratının özel harekât deneyimi ve Çin’in lojistik desteği ile güçlenen mücahitler kısa süre sonra Taliban ve El Kaide gibi örgütlerle dünya sahnesine çıktı.
El Kaide’nin ABD’ye verdiği zarar en acı şekilde 11 Eylül 2001’deki saldırılarda ortaya çıktı. El Kaide’nin içinden IŞİD gibi bir belayı çıkarması ise ABD’nin Irak işgali ve Suriye iç savaşıyla oldu.
Tekrar edelim, Türkiye’nin Suriye iç savaşındaki karnesinin kırıklarla dolu olması, bu konuda söylediğinin de yanlış olduğu anlamına gelmez.
Amerikalı stratejler her zaman kendileri adına ölecek birilerini buluyor, sonra çekip binlerce kilometre ötedeki evlerine gidiyorlar; geriye bıraktıkları belalarla uğraşmak o bölgede yaşayan insanlara kalıyor.
Paylaş