Paylaş
Mithat Paşa. Türkiye'de tarımı kalkındırma ülküsüyle 1863'de Ziraat Bankası'nı kuran Mithat Paşa.
O Ziraat Bankası Osmanlı hanedanının imparatorluk Türkiye'sini içine soktuğu savaş yıkımına dayandı.
İşgale dayandı, Cumhuriyeti gördü. Demokrasiye geçişi, darbeleri, ülkenin 70 sente muhtaç hale getirilişini gördü. 1990'larda "görev zararı" adı altında beceriksiz hükümet politikalarının yükü taşıttırıldı ona. Ziraat Bankası yine de Türkiye'de çiftçinin yanında durdu.
Dün Varlık Fonu'na devredildi.
Varlık Fonunun 5 kişilik yönetim kurulu içinde Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan'ın Ekonomi Baş Danışmanı Yiğit Bulut da var.
Hükümet kararına göre, Fon Başbakan Binali Yıldırım'ın kontrolünde olacak.
Ama şu işe bakın ki, eğer Anayasa referandumunda "Evet" çıkarsa, zaten başbakanlık diye bir şey kalmayacak, bütün yürütme yetkileriyle birlikte muhtemelen bu fon da Cumhurbaşkanlığına bağlı çalışacak.
O yüzden şimdiden yönetimine Bulut'un getirilmesinin bir mantığı olduğunu kabul etmemiz lazım.
Zaten Mithat Paşa'dan sonra aklıma ikinci gelen de Yiğit Bulut oldu; artık var olmayan Radikal'de birlikte çalıştığımız günlerdeki tartışmalarımızı hatırladım. Herkesi bugünlere taşıyan yol aynı olmuyor.
Ama Bulut'un da yönetiminde bulunduğu fonda sadece Ziraat Bankası yok.
Son zamanlarda, ve evet, AK Parti iktidarında Türkiye'nin en başarılı, dünya çapında şirketlerinden biri haline gelen Türk Hava Yolları, THY de var.
Boru hatları işletmeciliğiyle adeta para basan BOTAŞ da var mesela, PTT de Borsa İstanbul da var.
Fonun bünyesinde topladığı hisselerin toplamı 31 küsur milyar lira tutuyor, 8 milyar ABD doları kadar.
Bu miktar 800 milyar dolar tahmin edilen Türk ekonomisi içinde büyük bir pay tutmuyor.
Ama bu şirketler adeta aile mücevheri gibi.
Şimdi bu şirketlerin varlığı garanti gösterilerek dışarıdan daha düşük faizle kredi bulunmaya çalışılacak, yatırım çekilmeye çalışılacak.
Hükümetin bu hamlesi CHP sözcüsü Selin Sayek Böke tarafından Osmanlı hanedanının son dönemlerindeki Düyun-u Umumiye'ye benzetildi, ülke varlıklarını yabancı borç vericilerin "ipoteği" altına koyulduğu suçlaması getirildi.
Buna Hükümet Sözcüsü Numan Kurtulmuş'un yanıtı, fonun tamamen milli bir kuruluş olduğu ve milli ekonomiyi güçlendirmeyi amaçladığı, dolayısıyla yabancıların borç yönetim sistemi Düyun-u Umumiye idaresi ile ilgisinin kurulamayacağı şeklinde oldu.
Malum, savaş yıkımından yeni çıkmış, fakat cumhuriyet Türkiye'si uluslararası ekonomiyle bütünleşebilmek için onlarca yıl, şimdi hangi yüzle bilinmez, Türkiye'den hak talep eden Osmanlı hanedanının bıraktığı borçları bu yolla ödemek zorunda kalmıştı.
Hükümet kaynakları, benzeri fonların başka ülkelerde de olduğunu hamlesinin haklılığına kanıt olarak gösteriyor.
Gerçekten de Norveç'ten Birleşik Arap Emirliklerine kadar pek çok ülkede benzeri fonlar var.
Ama ciddi bir fark da var.
O ülkelerde eldeki değerin fazlası bu fonlara aktarılırken bizde mevcut, yani eldeki değerin tamamı fon kontrolüne veriliyor.
Dolayısıyla diğer çoğu fonda, değer fazlası fona aktarılarak ülke geleceğine fazladan miras bırakılması hedeflenirken, biz eldeki değeri daha fazla borç, evet belki daha düşük faiz umuduyla da olsa daha fazla borçlanmak amacıyla borç veremlere teminat olarak göstermeyi planlıyoruz.
Bu hamle Türkiye ekonomisinin gelinen noktada ne kadar dış yatırım ihtiyacı içinde olduğunu gösteriyor.
İki kredi derecelendirme kuruluşunun not kırması, dolar ve avronun Türk lirasına karşı aşırı değer kazanması, buna karşılık ihracatın o oranda artmaması, dış yatırımcıların 15 Temmuz darbe girişimi ardından ilan edilen Olağanüstü Hal altında mahkemelerin ticari yönden aldığı kararlardan çekince duyması -artan terör eylemlerini hiç saymayalım- ve hem büyüme, hem enflasyon tahminlerinin daha 2017'nin ilk ayı biterken değiştirilmesi aslında yeterince göstergeydi.
Şimdi ülkenin değerli şirketleri, düşük faizli borç karşılığında teminat gösteriliyor.
Şimdi Varlık Fonu hamlesine umut bağlanmış görülüyor. İnsanın aklına "Ya sonra?" sorusu takılıyor.
Ya sonra?
Paylaş