Paylaş
Kılıçdaroğlu’nun 15 Haziran’da başladığı “Adalet” yürüyüşü dün 10 günü geride bıraktı. Ve Ankara İstanbul arasındaki 450 kilometrenin yaklaşık üçte birini.
İstikametin İstanbul olması, malum CHP milletvekili Enis Berberoğlu’nun orada, Maltepe cezaevinde tutulması nedeniyle. Berberoğlu eşi, gazeteci arkadaşımız Oya’nın babasının cenaze töreni için birkaç saatliğine çıkış izni aldığında yürüyüşe katılanlara teşekkür etmek dışında bir şey söylemedi. Aslına bakarsanız yürüyüşün içeriği de de bu mahkûmiyete duyulan tepkinin ötesine geçmiş durumda.
Siyaset bu yürüyüşe hak gözüyle bakanlarla bakmayanlar arasında bölünmüş görüntüde.
Bir tarafta doğal olarak CHP’liler ve Kılıçdaroğlu’nun çağrısına katılan soldaki daha küçük partiler var. Ve Saadet Partisi var, o önemli, çünkü bu yürüyüşe bir “Hayır” cephesi özelliği katıyor.
Diğer tarafta AK Parti, MHP yönetimi, BBP ve Doğu Perinçek’in Vatan Partisi var.
MHP yönetimi diye vurgu yapmamın bir neden var. MHP lideri Devlet Bahçeli’nin, hatta AK Parti hükümetinden de önce tepki vermesi ve Kılıçdaroğlu’nu “FETÖ’cüler ve PKK’lıların” ekmeğine yağ sürmekle suçlamasına karşın, MHP tabanından yürüyüşe sempati gösterenler de gözleniyor. Hatta Kılıçdaroğlu’nun kendisine bozkurt selamıyla destek veren bir vatandaşa aynı şekilde karşılık vermesine MHP yönetiminden sert tepki geldi. O da kendisine destek veren vatandaşa aynı şekilde karşılık vermiş olmasını “Ne yapıyorsam samimiyetle yapıyorum” diye yanıtladı. Tam da mahkemenin haksız bulduğu MHP’nin muhaliflerinin ayrı parti kurmayı tartıştığı bir sırada, dikkat çekici bir enerji birikimi var ülkücü cenahta.
Bir de şu anda Türkiye’nin içeride ve dışarıda en çok tartışılan konularından olan mahkeme kararlarına Bahçeli ve Perinçek’in, hatta Adalet Bakanı Bekir Bozdağ’dan daha ateşli olarak sahip çıkmaları dikkat çekici.
Ama daha ilginci Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan ve AK Parti’nin tutumu.
Erdoğan ve AK Parti malum ilk gün hiç tepki vermedi. İkinci gün Cumhurbaşkanının iftar yemeğinde Anayasanın 138’inci maddesini hatırlatan, kesin ama ılımlı denebilecek tepkisi vardı. Bahçeli’nin ikinci gün sert çıkışı ardından, üçüncü gün, önce Bozdağ, sonra Başbakan Binali Yıldırım ve sonunda Cumhurbaşkanı Erdoğan’dan sert çıkışlar gelmeye başladı.
Erdoğan hatta Kılıçdaroğlu’nun yürüyüşünü 15 Temmuz’da halkın üzerine ateş açan Fethullahçı darbecilerle bir tuttu. Halkı sokağa çağırarak aynı amaca, hükümeti devirme amacına hizmet ettiğini söyledi.
Kılıçdaroğlu ise “Kimseye zararımız yok. Trafiği bile aksatmamaya özen gösteriyoruz. Provokasyona gelmeyeceğiz” cevabı verdi. En ağır sözü “Her Firavun’un bir Musa’sı çıkar” sözü idi.
Sonra ilginç bir şey oldu. AK Parti yönetiminin ki artık başında Cumhurbaşkanı Erdoğan var, bu yürüyüşün halk tarafından nasıl karşılandığına dair çalışma yaptıracağı haberleri çıktı. O haberlerden sonra da, geçtiğimiz Perşembe günü itibarıyla AK Parti’den Kılıçdaroğlu ve yürüyüşüne yönelik sert tepkiler kesildi.
Bunun henüz açıklanmayan birkaç nedeni olabilir. Birincisi, gerçekten bu kadar pasifist, hatta Gandivari bir eylemin 15 Temmuz gibi korkunç bir darbe girişimiyle bir tutulması muhtemelen AK Parti tabanında da fazla yankı bulmamış olabilir. İkincisi, sert çıkışlar KIlıçdaroğlu ve CHP’lileri de, onlara destek verenleri de caydırmadığı, tersine teşvik ettiği ve medyada daha fazla görünürlüğe yol açtığı değerlendirmesi yapılmış olabilir. Bu kadar sert sözlerden sonra “Araştırıp bakalım” demek biraz da bunu gösteriyor. Üçüncüsü, bu sert sözler galeyana gelmeye fazlasıyla hazır başıboş unsurların Kılıçdaroğlu ve yürüyüşçülere saldırmasına neden olabilir ki, Allah etmesin böyle bir saldırı içeride ve dışarıda hiç istemediği halde hükümete fatura edilebilir. Üstelik tam da Avrupa Birliği (AB ile yeni bir sürece girilmişken.
Öte yandan Kılıçdaroğlu da ne parti bayrağı ve sloganı kullanılmasına izin veriyor, ne de parti teşkilatından gelen daha kitlesel yürüyüş katılımlarına; “provokasyona gelmeyeceğiz” sözünün arkasında “provokasyona getirmeme” endişesi de var sanki.
Üstelik dün olduğu gibi AK Parti hükümetinin zorlamayla başarmaya çalıştığı, örneğin Nuriye Gülmen ve Semih Özakça’nın açlık grevlerine son verme çağrısı yapıyor. Bu yöntemin yanlış olduğunu, adalet arayışına hizmet etmeyeceği yolunda mesajlar veriyor. Bu siyaseti daha da keskinleştireni yönde bir mesaj değil.
Kolay değil aslında 69 yaşında bir insan için bu yürüyüş. Bu Haziran sıcağında Bayram tatilinden yararlanıp kendisini tatil yerlerine atanlar, atmayıp da gölgelik bir yer arayanlarımız çoğunlukta.
Ahmed Arif’in “Dövüşenler de var bu havalarda” diye bir dizesi vardır; insanın aklına “Yürüyenler de var bu havalarda” diye benzetmek geliyor.
Kılıçdaroğlu’nun yürüyüşü Türkiye’de daha önce eşi olan bir eylem değil; siyasete rutin dışında bir nefes getirdiği kesin. Kılıçdaroğlu’nun bu nefesi CHP’yi dönüştürmeye, 2019 Kasımında yapılması beklenen seçimlerde oya tahvil etmesi mümkün olup olmadığını göreceğiz.
Ancak salt böyle bir eylem biçimini başlatmış olması dahi Türkiye’de siyasetin sürprizlere açık olduğunun bir başka göstergesi.
Unutmayalım ki Tayyip Erdoğan bir şiir okudu diye hapse atıldığında pek az kişi onun birkaç yıl sonra başbakan olacağını, daha sonra cumhurbaşkanı seçilip bütün yetki ve sorumluluğu eline alacağını tahmin ederdi her halde. Ama onu hapse atanlar, o hapisteyken “Şiir okuyan adam” kasetlerinin el altından iki milyon sattığını hesap etmemişlerdi.
Belki de Erdoğan bunu hatırlamıştır. Kim bilir?
Paylaş