Paylaş
Bir gün önce, 2 Kasım'da CHP Genel Başkan Yardımcısı Selin Sayek Böke'nin gündeme taşıdığı, OdaTV'den Barış Pehlivan'ın haberi doğrulanıyordu. Evet, Cumhuriyet gazetesinin hem FETÖ, hem PKK ile irtibatlı olduğunu öne süren savcı Murat İnam’ın kendisi FETÖ soruşturması altındaydı.
Bakan pişmanlığını “Keşke olmasaydı, talihsizliktir” diyerek ifade etti, görevlendirmeyi başsavcılığın yaptığını söyledi.
Bozdağ her ne kadar “Savcının kendisi delil sayılmaz” diyerek durumu toparlamaya çalışsa da, Cumhuriyet soruşturması yara almış durumdadır.
Hem o savcı artık orada durmamalı, hem de meslektaşlarımız hapiste kalmamalı, serbest bırakılmalıdır.
Bu örnek birden fazla ders veriyor aslında almak isteyenlere:
1- Devlet yapılanması içinde kendisini gizleyebilen Fethullahçıların hala bulunuyor ve her an harekete geçebilecek olması yabana atılmaması gereken bir ihtimal,
2- Fethullahçı yapının üzerine alt düzeylerde şiddetle gidilirken üst düzey ve siyasi bağlantılarına dokunulmadığı algısı, hem toplumda tedirginliği artırıyor, hem bu gizli yapılara cesaret veriyor,
3- Hükümetin OHAL kapsamında KHK’lar ile attığı adımlar 15 Temmuz kanlı darbe girişiminin açığa çıkarılması ve sorumlularının cezalandırılması amacının ötesine geçiyor. Dikkat edilirse, hükümetin demokratik dünyada maruz kaldığı eleştiriler, darbe ile mücadeleden çok basın özgürlüğü, ifade özgürlüğü, savunma hakkının kısıtlanması, muhalif seslerin kısılmak istenmesi gibi alanlarda.
Uzatmak mümkün ama uzatmayalım.
15 Temmuz kanlı darbe girişimi soruşturmaları beraber yürütülen pek çok başka soruşturma ile sulandırılıyor.
Toplumun dikkati dağılıyor, sabırlar tükeniyor, yeni mağduriyet şikâyetleri fısıldanmaya başlıyor.
Darbe girişimine bir avuç azınlık dışında toplumun her kesimi karşı çıktı.
Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan’ın halkı direnmeye çağırması, muhalefet liderlerinin daha Erdoğan’ın çağrısı duyulmadan karşı duruş sergilemiş olmaları, medyanın iyi duruşu, Köprü direnişi hapsi tek tek önemlidir, değerlidir.
Yine de İlker Başbuğ’un Meclis komisyonunda dediği gibi, ordunun, polis ve istihbaratın, ama öncelikle ordunun büyük kesimi bu darbeye karşı durmamış olsaydı, sadece kendisini tankların önüne atıp feda eden yurttaşlarla darbe girişimi bu kadar kısa sürede önlenemeyebilirdi.
Ali’den yana değil, Muaviye’ye karşı diye biz söz vardır…
Türk halkı ve kurumları Muaviye’ye karşı durdu 15-16 Temmuz’da.
Bugün olan bitene baktığımızdaysa Yenikapı ruhu denilen çok yönlü trafiğin, tek yönlü, tek şeritli bir trafiğe dönüştürülmek istendiği izlenimi yaygınlaşıyor.
Özetle, Başbakan Binali Yıldırım ve AK Parti hükümeti 15 Temmuz’da darbeye karşı aynı saflarda olmaktan çekinmeyen solcuların, laiklerin peşinden koşmayı bırakıp, dikkatini gücünü Gülencilerin tehdit olmaktan çıkarılmasına vermeli.
Aksi halde Cumhurbaşkanı Erdoğan’dan bir süre sonra, bir kez daha “Kandırıldık, yanlış bilgilendirildik, aynı yolda yürüyorduk” türünden pişmanlık sözlerini duymamız işten bile olmayabilir.
Ama arada ülke yıpranıyor, halk yıpranıyor, demokrasi zenini giderek daha çok erozyona uğruyor.
Hükümetin neden yurt iççindeki mücadelede durmadan kendisine yeni cepheler açmakta olduğunu anlamak gerçekten zor.
Oysa hedefe odaklansa, yurt dışında, özellikle demokratik dünyadaki işlerinin de daha kolaylaştığını görecek.
Henüz hiçbir şey için geç değil. Ama geç olmadan 15 Temmuz soruşturmasını 15 Temmuz ve sorumlularına odaklamakta yarar var.
Paylaş