Paylaş
Altmış üç yıldır bekleme odasında tutulmanın getirdiği birikim dışında nedenler var.
Öncelikle Avrupa Birliği (AB) ülkelerinin 15 Temmuz darbe girişimi sonrasında Türkiye'nin yanında durmadığı algısı.
Üstüne PKK ve Fethullahçılarla mücadelede destek olmadığı, yanında durmadığı inancı.
Ve sonunda inanan Avrupa Parlamentosu'nun -zaten kımıldamayan müzakereleri dondurma isteği.
Ankara'da bunlar al alta konuluyor ve şu sonuca varılıyor:
AB bizi hiç bir şekilde istemiyor, ama sonrasındaki muhtemel sonuçlarını üstlenmemek için Türkiye'nin gururunu kırarak, kızdırarak ayrılma kararı vermeye zorluyor.
Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan'ın "Yapacaksanız bir an önce yapın" mealinde rest çekmesinin anlamı bu.
Türkiye AB ilişkilerini kesen taraf, ilk "hayır" diyen taraf olmak istemiyor.
Madalyonun diğer yüzüne gelince...
AB başkentleri 15 Temmuz darbesinin kınanmasında eksik kaldıklarının farkında ve bunu dile getiriyorlar.
Türkiye Demokrasi Platformu üyeleri bunu Ekim ortasında Brüksel seyahatinde, Ankara'daki AB diplomatlarıyla temaslarında ve en son 27-29 Kasım Berlin temaslarında açıkça gördüler.
Ancak açıkça gördükleri başka şeyler de oldu.
Örneğin, Avrupa'da artık darbenin Erdoğan'ın tezgahı olduğunu düşünen pek kalmamış. Buna karşın Erdoğan'ın darbe sonrası atmosferi kullanarak Türkiye'yi hukuk devleti olmaktan iyice çıkarttığı, tek adam yönetimine sürüklemekte olduğu iddiası yaygınlaşıyor.
Toplu işten çıkarma ve soruşturmaların ne kadarının doğrudan darbe girişimine katılanlarla ilgili, ne kadarının bunun ötesinde muhalif sesleri susturma niyetiyle olduğu sorgulanıyor örneğin.
Üniversitede rektör seçimlerinin kaldırılmasının darbe girişimiyle, terörle mücadeleyle ne ilgisi olduğu sorgulanıyor.
Cumhuriyet Gazetesi'ne hem PKK hem FETÖ nedeniyle açılan soruşturmayla 10 gazete ve gazete yöneticisinin daha hapse atılmasına anlam verilemiyor.
HDP milletvekillerinin tutuklanması ardından CHP milletvekillerine soruşturma açılması ilişkilendiriliyor, muhalefetin baskıya alındığı yorumları yapılıyor.
Ama bütün bunların üzerinde idam cezasının geri getirilmesi tartışması var.
AB'nin kırmızı çizgisi bu.
Bütün bu gelişmeler nasıl yorumlanıyor biliyor musunuz?
Şöyle: Erdoğan Türkiye'yi Batı'dan koparıp Orta Doğu'ya çekmek istiyor. Avrupa hukuk standardı zaten yapmak istediklerini sınırlıyor. Ama ipleri kendisi koparmayıp AB'nin koparmasını istiyor.
Peki karar?
Karar Ankara'nın AB konusundaki tutumuyla aynı.
Yani koparan, hayır diyen biz olmayalım.
Gözler birbirine dikilmiş, kimin bakışını ilk kaçıracağı, ilk kimin pes edeceği inatlaşması yaşanıyor adeta.
Bu hem iyi, hem kötü.
Kötü, çünkü Türkiye ile AB ilişkilerinin kesilmesinin gerçekten ciddi sonuçları olabilir. Her iki taraf için de. Sadece siyaset ve ekonomi değil, güvenlik bakımından da.
İyi, çünkü henüz kimse gözünü kaçırmış değil.
Yani bu inatlaşmanın, karşılıklı restleşmeler, hakarete varan sert çıkışlarla tırmanan bu gerilimin düşürülmesi için henüz iş işten geçmiş değil.
Bunun için çalışmak, diyalog kanallarını açık tutmak gerekiyor.
Buna başlamanın en iyi yolu hem Türk hem AB'li yetkililerin kamuoyunu galeyana getirici çıkışlardan kaçınması.
Çünkü söz konusu olan artık çocuklarımızın geleceği.
Paylaş