Paylaş
Bahçeli, geçen hafta sonu Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan’ın baş danışmanlarından Şükrü Karatepe’nin “eyalet sistemi” hedefi olarak eleştirilen sözlerine tepki gösterdi. Daha doğrusu Erdoğan’ın bu sözlere tepki göstermemesine…
“Benim danışmanım dese görevden alırım” diyerek de Erdoğan’ı en sinirlendirecek şeylerden birisini yaptı ve ne yapması gerektiğini söylemiş oldu; siyasetin yaygın deyimiyle Karatepe’nin “kellesini istedi”.
Bahçeli bu durum önümüzdeki iki gün içinde düzeltilmezse “Eyalet sistemine karşı, üniter yapıdan yana olan ülkücüler ne yapacaktır?” diye sorarak, desteğini çekebileceği sorusunu da zihinlere yerleştirdi.
Oysa Bahçeli, partisinin parçalanması pahasına, sırf “Kürt sorununa siyasi çözüm” amacıyla PKK ile yeni bir diyalog başlatılmaması adına “evet” cephesine katılmıştı; en azından açıklamalar bu yöndeydi.
Şimdi bu çıkışıyla Bahçeli “Evet”i önde gösteren bütün anketleri çöpe mi göndermiş oluyordu?
Bir düzeltme gelmezse MHP “evet” vermekten vaz mı geçecekti? Bu bütün siyasi dengeleri bir anda değiştirebilirdi.
Erdoğan bir saat kadar sonra TGRT yayınında “Danışmanımın bir açıklaması olmuş, çarpıtmışlar” dedi; “Ki onu düzeltmeye yönelik açıklamalar yaptı.”
Tahminler doğruydu, Erdoğan sinirlenmiş, danışmanını savunuyordu.
“Ben ne diyorum? Sen ona bak” dedi Bahçeli’ye hitaben, “Böyle bir şey yok. Benden duydunuz mu? Yok”.
Tabii Erdoğan bunu der demez 29 Mart 2013’te Başbakan iken Kanal-D/CNN Türk ortak canlı yayınında söyledikleri sosyal medyada yayınlanmaya başladı.
Erdoğan şunları söylemişti:
· “Güçlü bir Türkiye asla eyalet sisteminden korkmamalıdır. Eyalet sisteminde de siz üniter yapıyı muhafaza edebilirsiniz. Tamamıyla atıp götürme yok. Federal yapı nedir? Orada gelip toplanıyor zaten.
· “Şu an için söylemiyorum. Tam aksine şu andaki yapı gereklidir. Kontrol mekanizmaları önemli... Bunu götüremezsek sıkıntı olur.
· “Bunlar 2023ün konusu. Öyle bir sistem içinde belediyeye kabul ediyorsun da, seçilmiş valiyi niye kabul etmiyorsun?”
Erdoğan bundan dört yıl önce, PKK lideri Abdullah Öcalan ile MİT Müsteşarı Hakan Fidan ve HDP’liler üzerinden diyalog sürerken, Öcalan’ın Nevruz mesajının Diyarbakır’da okunmasından sonra MHP lideri Bahçeli’nin “Eyalet sistemine gidiyoruz” eleştirisini bu sözlerle eleştiriyor, “Şimdi zamanı değil, 2023’ün konusu” diyordu.
Ancak Erdoğan’ın TGRT’deki “Ben ne diyorum? Sen ona bak. Benden duydunuz mu? Yok” sözleri anlaşılan MHP liderini ikna etmişti ki bir süre sonra MHP’nin resmi Twitter hesabından “Biz 16 Nisan’da millet için evet, devlet için evet, Türklüğün bekası için evet diyeceğiz” açıklaması yapıldı.
Bahçeli’nin siyaseti sarsan açıklamasının etkileri, acaba MHP’den gelen “Evet diyeceğiz” açıklamasıyla durulacak mı? Yoksa referanduma iki gün kala şimdiye dek yapılmış bütün anketlere gölge düşürecek sonuçlara mı yol açacak.
Bunu biraz da gün boyu yapılacak tartışmaların tonu belirleyecek.
Aslında Bahçeli’nin açıklamasında önemli bir ayrıntı daha vardı.
Bahçeli sadece Şükrü Karatepe’den söz etmiyor, “danışmanlar” diyor; birden fazla kişiyi kast ediyordu. Burada kast edilenin de Anayasa çalışmalarına bizzat katılan Cumhurbaşkanlığı baş danışmanlarından Mehmet Uçum olduğu yorumları yapıldı siyasi kulislerde.
Uçum’un “Yeni bir devlet kurulacak” mesajı, hem Erdoğan’ın “rejim değişikliği değil” sözleriyle çelişir bulunmuş, hem de CHP lideri Kemal Kılıçdaroğlu tarafından “Bizim Türkiye Cumhuriyetimiz var, başka devlete ihtiyacımız yok” sözleriyle eleştirilmişti.
Erdoğan’ın 2007’den bu yana adım adım ilerlediği hedef, tam ulaşmak üzereyken, belki kendilerini erken zafer havasına kaptıran danışmanlarının söyledikleri yüzünden suya düşebilir mi?
Danışmanların söyledikleri gibi, bir de söylemedikleri var, sorun olarak sayabileceğimiz.
Danışmanları Cumhurbaşkanını acaba Türkiye ve etrafında olan bitenler hakkında, olup bitecekler hakkında ne kadar doğru bilgilendiriyorlar, bildiklerinin ne kadarını çekinmeden kendisine söyleyebiliyorlar? Bu konuda Ankara siyaset kulisinde bir görüş birliği bulunmadığı artık İstanbul’a kadar gelen bilgilerden anlaşılıyor.
Bunun bir örneği medya kampanyası konusunda yaşanıyor.
Cumhurbaşkanı Erdoğan ve Başbakan Yıldırım, her gün bazen iki, bazı günler üç yerde konuşma yapıyor. Yapabilirler, mücadele sert ve kampanyalar arasındaki bariz eşitsizliğe karşın evet-hayır dengesi hala bariz şekilde bozulmuş görünmüyor.
Bu konuşmaların tamamının hemen hemen bütün televizyonlardan yayınlanıyor.
En son 18 Mart Çanakkale Şehitler Gününde Başbakanın konuşması Cumhurbaşkanın konuşmasıyla aynı saate denk gelmesi nedeniyle yayınlanamamıştı. O tarihten sonra başbakanlık ekibi, Yıldırım’ın konuşmalarının Erdoğan’la çakışmayacak saatlere alınmasına özen gösterdi.
Hem böylelikle art arda ikisinin de konuşmaları yayınlanacağı için “hayırcılara” da yer kalmayacaktı.
Dün bu peşi sıra konuşma düzenlemesi zirve yaptı. Saat 14 ila 18 arası, sırasıyla Yıldırım’ın Kütahya, Erdoğan’ın Ordu, yine Erdoğan’ın Giresun ve nihayet Yıldırım’ın Bilecik konuşmaları hemen hemen bütün kanallardan canlı olarak yayınlandı. RTÜK’te tam kaydı vardır ama bendeki kayıtlara göre Cumhurbaşkanı ve Başbakan bu dört saatin 2 saat 10 dakika kadar bir süresi Türkiye’deki belli başlı bütün televizyonların ekranında “Evet” oyu istediler vatandaşlardan.
Zaten ekranlarda “Hayır” oyu isteyebilenler sadece CHP’liler kaldı denebilir. HDP’liler, Saadetçiler, MHP’den çıkarılanlara pek yer verilmiyor, verilemiyor, her ne ise ekranlar da değiller.
CHP lideri Kılıçdaroğlu, o da hükümet yanlısı kanallarda olmamak, bir kısmı TRT’den verilmek kaydıyla bazı haber kanallarında Balıkesir ve İzmir konuşmalarıyla toplam 40 dakika kadar yer buldu dün.
Bunları niye söylüyorum?
Bunları acaba Cumhurbaşkanının danışmanlarından hiç biri kendisine bir doz aşımı nedeniyle geri tepme ihtimalinden, algı körlüğünden söz edip etmediğini merak ettiğimden söylüyorum. Bir şey sürekli gözünüzün önünde tutulursa, bir süre sonra algılamaz hale gelebilirsiniz.
Ama danışmanların Cumhurbaşkanına söylemekten belki çekindiği, belki söylemek isteyip de son anda vaz geçtiği başka konuların varlığı da konuşuluyor siyaset kulisinde.
Bunların başında idam cezasının geri getirilmesi var.
Cumhurbaşkanı belki de milliyetçi oylara, sadece 15 Temmuz 2016 kanlı darbe girişimi ve Fethullahçı gizli örgütlenme için değil Abdullah Öcalan imasıyla da idam cezası vaadiyle yaklaşıyor.
Sadece idam cezası değil, hiçbir cezanın geçmişe yönelik uygulanamayacağı yolundaki binlerce yıllık hukuku da diyelim ki çiğnendi. Bunun Türkiye’nin Avrupa Birliği’yle hatta bütün uygar dünyayla siyasi ilişkilere ağır hasar vereceğini –Mevlüt Çavuşoğlu, Ömer Çelik, Mehmet Şimşek, Berat Albayrak gibi sürekli dışarıyla ilişkide olan bakanları da katarak söylüyorum- Cumhurbaşkanına söyleyecek bir danışman yok mu?
Söylüyorlar da Cumhurbaşkanı dikkate mi almıyor, yoksa söylemeye mi çekiniyorlar?
Yoksa hepsi idam cezasının sadece MHP tabanı için bir referandum oltası olduğunu, idamın geri getirilmeyeceğini düşünüyor ve sesini çıkarmıyor mu?
Çünkü AB ile siyasi ilişkilerin hasar görmesi, Türkiye’nin ekonomisini de derinden etkileyecektir.
Bir de şu var.
Almanya ve Hollanda ile yaşanan kavga sonrası ABD’den AB’ye bütün batılı liderler (özellikle de Almanya Cumhurbaşkanı Frank-Walter Steinmeier’in Erdoğan’a açık çağrısından bu yana) Erdoğan kendilerine ister Haçlı, ister ırkçı, ister Nazi, ne derse desin cevap vermiyor, polemiğe girmiyorlar.
Cumhurbaşkanın Batıyı hasım ilan eden, kendisiyle mücadeleye çekmek isteyen söyleminin devam etmesi durumunda, 16 Nisan’dan sonra şu anda tahmin etmesi zor karşılıklar gelebilir.
Acaba dışarıyla irtibatlı bakanlar, danışmanlar Cumhurbaşkanına bu konuda olanlar, olabilecekler konusunda yeterince bilgi veriyorlar mı?
Yoksa bir tür “Gözlerimi kaparım, vazifemi yaparım?” anlayışı mı var.
Cumhurbaşkanına bunları söyleyecek, en azından, hadi kınayarak, “Bakın yine neler yazmış” filan diyerek de olsa bu ve benzeri eleştirel yazıları okumasını sağlayacak danışmanları, dostları kalmadı mı etrafında?
Memleket hepimizin çünkü… İyisiyle de kötüsüyle de, “Evet”iyle de, “Hayır”ıyla da…
Paylaş