Paylaş
Yaptı. Peki, bizim bütün “Sen kaybedersin” uyarılarımıza karşın Angela Merkel Almanya’da dördüncü defa iktidara geldi mi? Geldi. O zaman bize düşen kendimizi daha fazla dolduruşa getirmeden mevcut durumu tahlil etmek mi? Öyle. O halde buyurun:
- Başbakan Binali Yıldırım’ın dün “Savaşa gitmiyoruz. Tehdit gelirse karşılık veririz” demesinden yalnızca iki saat sonra Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan “Bir gece ansızın gelebiliriz” dedi. Bu Türkiye’nin 1974 Kıbrıs müdahalesinde şifre olarak kullandığı şarkının sözleriydi. Erdoğan'ın bu sözlerle, Barzani’yi ya da Irak Kürdistan Bölgesel yönetimini kast ettiğini zannetmiyorum; olsa olsa o bölgedeki PKK mevzilerini kast ediyordur. Ayrıca Türk ordusunun mevcut koşullarda bağımsızlık referandumu yaptı diye Irak’a kapsamlı bir harekâtını da beklememek lazım. Bir kaç sınır ötesi operasyonun “İşte cevap” üslubuyla duyurulmasından söz ediyorsak, o her zaman yapılıyor zaten.
- Yine Başbakan Yıldırım, Türkiye’nin hangi koşulları ulusal tehdit sayacağını da dört televizyonun ortak canlı yayınında sakin sakin anlattı zaten: Irak ya da Suriye sınırlarımızın diğer yanında siyasi bir değişiklik olursa, yani başka deyişle Kürdistan ilan edilirse. Bu da uluslararası anlaşmalara göre doğal, çünkü sizin sınır anlaşması yaptığınız komşunuz artık sınırda olmayacak.
- Ama bu aşamada ne Irak’ta Barzani’nin KDP’sinin, ne de Suriye’de ABD destekli PKK/PYD’nin Kürdistan ilan etmesini beklememek lazım. Barzani, dediğini yaptırmış bir lider olarak şimdi Türkiye’ye karşı şirinlik hareketlerine başlayacaktır, dün hafiften başladı bile “Bizden zarar gelmez” gibilerinden. Ayrıca Türkiye, Irak ve (Suriye’ye desteği dolayısıyla) Rusya’yı daha fazla kızdırmamak için ABD de buna izin vermek istemeyecektir, “Zamanı gelmedi” diyerek.
- Dolayısıyla gerilim bir süre daha tırmanıp belki sınırlar, boru hatları filan kapatıldıktan, belki Barzani ve ekibine yönelik başka siyasi ve mali adımlar atıldıktan bir süre sonra sular durulacaktır. Bu nedenle savaş filan çıkmasını beklememek lazım, zaten çıkmasın da, savaştan bıktı herkes. Ama bu referandum ile birlikte kısa vadede Türkiye’nin sesi daha çok duyulacak olsa da orta vadede Türkiye’ni hem Irak, hem Suriye’deki konumu ve etkisi eskisine göre daha güçlü olmayacaktır.
- Gelelim Almanya’ya. Dün gerek Cumhurbaşkanı Erdoğan, gerekse Dışişleri bakanı Mevlüt Çavuşoğlu, yabancı düşmanı, aşırı sağcı Alternative partisinin üçüncü parti olmaya yükselişine işaret ederek “Biz söylemiştik” dediler. Haklılar ama herhalde Türkiye söylemese de Merkel kendi ülkesindeki anketleri, tıpkı biz gazeteciler gibi okuyor, Alternative’in yükselişini görüyordu. Hatta Türk siyasetçiler seçim sürecinde Merkel’i hedef aldıkça “Türkler saldırıyor, Merkel durduramıyor” propagandasıyla Alternative’in puan kazandığını, Merkel’in biraz da bu nedenle Türkiye’ye ve özellikle Erdoğan’a yüklendiğini söylemek mümkün.
- Merkel –yine tahmin edildiği üzere puan kaybederek de olsa- seçimi kazandı; hem de üst üste dördüncü defa, Avrupa’nın Birinci Demir Leydisi Margaret Thatcher’in 11 yıllık rekorunu kırarak. Seçimden sonra yaptığı ilk konuşmada da, öncelikle hedefinin Alternative partiye giden Hristiyan demokrat oyları geri kazanmak olduğunu söyledi. Bunu yapabilir mi? Daha önce bir kere yaptı ve izlediği iddialı çevreci enerji politikasıyla Yeşillere giden oylarını geri aldı, Yeşilleri geriletti. Şimdi aynı şeyi kendisine göçmenler politikasıyla vuran Alternative için yapmaya niyetli.
- Bu noktada Türkiye açısını doğru yakalamak için Merkel’in seçimlerden önceki son demeçlerinden biriyle birlikte değerlendirmemiz gerekecek. Merkel orada Türkiye’nin iç politika sorunlarının Alman siyasetini etkilemesine izin vermeyeceğini söylemişti. Bunda AK Parti hükümetiyle 16 Nisan referandumu öncesinde yaşanan sorunların ve Erdoğan’ın Türkiye kökenli seçmene hitaben belli partilere oy verilmemesini istemesinin payı vardı.
- İşte Merkel’in bu iki demecini birlikte okursak Merkel’in yeni hükümeti kurduktan sonra göçmen siyasetini değiştirecek adımlar atmasını beklemek sürpriz olmaz. Zaten koalisyonu birlikte kuracakları yorumu yapılan liberal FDP ve Yeşiller’in siyasetleri de buna uygun. Bu adımların çifte vatandaşlık, oy kullanma hakkı ve ülkede başka ülkelerin iç siyaset propagandasının kısıtlanması alanlarında olacağı da tahmin edilebilir.
- Bunu bir adım daha ileri götürüp Alman basınında yer alan tartışmalarla birleştirdiğimizde, örneğin çifte vatandaşlığın kısıtlanması, (sadece Türklere değil tabii) ama çifte vatandaşların ikisinden birini seçmeye zorlanması gibi gelişmeler söz konusu olabilir. İki ülke seçimlerinde birden oy kullanmanın engellenmesi de buna dâhil olacaktır. Keza (daha önce Avusturya örneğinde olduğu gibi) Almanya’da başka ülkelerin iç siyaset çalışması yapmasına kısıtlamalar gelebilir. Bu tür bir gelişme Türkiye’nin, ama özellikle de Erdoğan’ın Avrupa iç siyasetindeki görünürlüğü ve etkisini azaltıcı yönde olabilir.
Bu tahlilden ortaya çıkan tablo şu: Almanya’daki seçimler ve Irak Kürtlerinin Irak’tan kopmak amacıyla bağımsızlık referandumu yapmış olmasında çıkan sonuç Türkiye’nin dış politikasında kazanç hanesine yazılacak gelişmeler olmadı.
Şimdi yapılması gereken, izlenen dış politikadaki hataları saptayıp, ders çıkarıp tekrarlanmamasını sağlamak olmalı.
Paylaş