Paylaş
İsviçre Gazetesi Blick'in Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan'ın Rabia işareti yaparken fotoğrafı eşliğinde Türkçe olarak "diktatörlüğe karşı" referandumda "hayır" demeye çağırması biraz buna benziyor.
Biraz demimin nedeni şu: aptalca olması konusunda tereddüdüm yok ama, dostça da değil.
Eğer Blick editörleri bir tek Türk seçmenin bile bir İsviçre gazetesinde bu kışkırtıcı manşeti ve mektubu okuyup "Evet" olan oyunu "Hayır"a çevireceğini düşünüyorsa, ya hayal görüyorlar, ya birlerinin dolduruşuyla kasti faul yapıyorlar, ya da Türk siyaseti konusunda tam kara cahiller demektir.
Ama tersi doğru olabilir. Yani sırf bu tür oryantalist küstahlıklara tepki olarak oyunu evet'e çevirecek hayır'cılar olabilir.
Nitekim AK Parti İzmir Milletvekili Hüseyin Kocabıyık, Almanya ve Hollanda ile son gerilimin 16 Nisan referandumunda evet cephesine belki de iki puan katmış olabileceğini söyledi; "O kadar da kızmayalım" diye espri bile yaptı.
Aslında sadece Türk siyaseti için de geçerli değil bu.
Mesela acaba bir Türk gazetesi kendi dilinde, görüşüne katılsın katılmasın ülkesinin cumhurbaşkanına böyle belden aşağı vuran bir başlık okuyup onun lehinden aleyhine dönecek bir İsviçreli olacağını düşünür mü Blick editörleri?
Ne akıllılar, ne de dost.
Çünkü mesela Türkiye ile Hollanda aradında olmanın ötesine geçip Türk vatandaşların yaşadığı bütün Avrupa ülkelerine sıçrayan gerilime de, hem Avrupa hem de Türkiye'de yayılan nefret söylemine hem de felaket bir katkıda bulunmuş oldular.
Üstelik bu yayın bir İsviçre gazetesinin istisnası da değil.
Bizdeki bazı gazete ve televizyonları -haklı olarak- nefret söylemini köpürtmekle suçlayanlar bence polis coplarıyla yere yıkılıp polis köpeklerine ısırtılan insanlarla dalga geçen Hollandalı gazeteleri de görmeli; bir şeye bir yerde karşıysak, her yerde karşı durmalıyız.
Tabii bir de şu var.
Şu soruyu akla takılıyor: Türk siyasetçiler Türkiye'deki referandumu, yani bir iç meseleyi Avrupa siyaset arenasına taşımasalardı, Türkiye, Türk halkı bu muameleyle muhatap kalır mıydı?
Bu belki farazi bir soru, belki her halükarda olurdu.
Ama Türk siyasetçilerin, özellikle de partileri değil Türkiye Cumhuriyeti adına Avrupa ülkelerinin egemenlik alanlarına taşırken, belli sonuçları olabileceğini, misillemelere yol açabileceğini de hesaba katmaları gerekirdi.
Gelinen aşamada Türkiye ile Avrupa Birliği (AB) arasındaki uçurum giderek büyüyor.
Dışişleri Bakanlığı AB'nin Türkiye'nin "hak ve demokratik değerler ihlali" şikayetine karşı -AB üyesi olan- Hollanda'nın yanında yer almasını sert bir dille kınadı. Bu daha önce yüzlerce örneğini gördüğümüz kınamalardan biri gibi durmuyor; Cumhurbaşkanı Erdoğan giderek Avrupa'da kendisine karşı, şahsına karşı yükseltilen dalgadan daha çok rahatsız oluyor.
Öte yandan Erdoğan ve Yıldırım'ın "AB hayırcı" söylemine karşı, CHP lideri Kemal Kılıçdaroğlu son gelişmelere bakarak AB'nin referandumda "evet" çıkması için çalıştığını öne sürüyor; CHP'liler Avrupa sağının bu gerilimi Türkiye ile arayı açma bahanesi yapmaya çalıştığına inanıyor.
Yolları ayırmak ne Türkiye'nin, ne AB'nin faydasına.
Ekonomik bütünleşme bu çıkarlar bütününün yalnızca bir parçası. Daha çok strateji, güvenlik, barış ve demokratik değerlerin, dünyanın bu kavramlara en muhtaç bölgesinde güçlenip yayılması açısından da.
Türkiye-AB ilişkilerinin sağ siyasetin sığlıklarında kopmasına izin verilmemeli, haklar ve değerlere karşılıklı saygı temelinde, gerekirse yeniden tanımlanarak geliştirilmeli.
Diplomasinin mutlaka bir an önce, bu amaçlar çerçevesinde saygın ve sürdürülebilir bir çıkış için devreye girmesi gerekiyor.
Paylaş