Paylaş
Aynı gün AK Parti Genel Merkezi kaynaklı bir bilgi daha düştü haber merkezlerine.
Parti üst yönetimi ve il başkanları dışında konuşmacıların olacağı etkinlikler iptal edilmişti. Gerekçesini Manisa İl Başkanı açıklamış, çağırılan konukların ne çıkacağı belli olmaz diye.
Bu gelişmeler iki şey gösteriyor.
Birincisi, AK Parti yönetiminin kendi mahallesindeki Fethullahçı varlığı konusunda duyduğu kuşkunun ne kadar üst düzeylere vardığı.
İkincisi de, AK Parti içinde bir “FETÖ operasyonunun” yaklaşıyor olabileceği.
Bu aslında AK Parti bünyesinde bir “FETÖ operasyonuna” dair üç önemli riski gündeme getiriyor.
Bu risklerinden ilki, hem hükümet, hem muhalefet tarafından 15 Temmuz kanlı girişiminin arkasındaki güç olarak görülen Fethullah Gülen örgütünün siyasi bağlantılarına henüz dokunulmamış olmasıdır. Çoğunluğu alt ve orta kademede bürokratlar, kendilerine haksızlık yapıldığı iddiasıyla Başbakanlık kriz merkezi ve CHP’de kurulan şikâyet masası önünde kuyruklar oluşturuyorken, Meclis’teki muhtemel bağlantılar konusunda adım atılmaması soruşturmaların inandırıcılığını zedeleyebilir.
Neticede AK Parti’nin 2002’de iktidara gelmesinden 2012-13’e dek Gülenciler de AK Parti yolunda yürüdüler, onun verdiği imkânlardan fazlasıyla, üstelik (sınav soruları çalışması gibi örneklerde yasa dışına çıkarak) faydalandılar.
Çalışmalar, evet Fethullahçıların neredeyse kırk yıldır siyasetçilerin zaaflarını kullanarak devlet kademelerine sızdığını gösteriyor. Ama yargının, bürokrasinin, askeriye, üniversite ve medyanın kilit konumlarına yükselmelerinin asıl AK Parti döneminde olduğu da görülüyor.
AK Parti kendi evinde temizliğe başlarsa, diğer partilerden de aynısını daha güçlü şekilde isteyebilir.
Özetle ilk risk, AK Parti’nin “Biz zaten ayıklamıştık” deyip orada bir belediye başkanı, burada bir ilçe yöneticisini öne çıkarmadan ciddi bir ev temizliğine başlamaktan kaçınmasıdır.
İkinci risk, halen kamuoyu gözünde meşruluğu hala yüksek olan soruşturmaların ikna edici olmayan şekilde yaygınlaştırılması ve sulandırılması riskidir.
Solcu öğretmenlerin ihbarlarla Fethullahçı diye işten atılması, içeri alınması, kurumlarda diğer muhalif görüşlerden olan kişilerin ya Fethullahçı, ya PKK’lı suçlamasıyla tasfiye edildiği görüntüleri böyledir.
Başbakan Binali Yıldırım kriz merkezlerine başvuruların henüz “birkaç bin” olduğunu söyledi. CHP lideri Kemal Kılıçdaroğlu partilerine başvuruların 30 bine yaklaştığını açıkladı. Haksız yere işlem gördüğü anlaşılan örnekler arttıkça soruşturmaların gücünün zayıflaması riski ortaya çıkabilir.
Üstelik bu gibi durumlarda hedef alınan örgütlerin, sahte ihbar taktikleriyle dikkat dağıtmaya, soruşturmaları sulandırmaya çalıştığı örnekleri daha önce görüldü.
Üçüncü risk uluslararası planda…
Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan 20 Eylül’de BM Genel Kurulu’nda yaptığı konuşmanın önemli bir kısmını “170 ülkede etkili olan FETÖ tehdidine” ayırdı. Ateş düştüğü yeri yakar, 15 Temmuz’un yarası henüz sıcak, üstelik tehdidin hala geçmediği kanısı Ankara’da yaygın.
Öte yandan Gülen’in (o zaman henüz FETÖ diye anılmayan) “Hizmet Hareketinin” o ülkelerde rahatça çalışabilmesi, okullarını, ticaret ağını kolaylıkla kurabilmesi için ricacı olan AK Parti hükümeti olmamış mıydı? Bazı Afrika ülkelerinde büyükelçilikler açılmasına bu ölçü AK Parti zamanında eklenmedi mi?
Şimdi yanlıştan dönülürken, muhatapların bu değişimi hazmetmesinin zaman alacağı hesaba katılmalı.
Gülen’i yargılamak üzere ABD’den isteyen Türkiye’nin diğer ülkelere de bu konuda uyarılarda bulunması anlaşılır bir şey. Her diplomatik toplantıda konuşmanın odağını “FETÖ tehdidine” getirmek ise ters teperek Gülencilerin propagandasına dönüşebilir, onların kendilerini olduklarından çok daha kitlesel ve güçlü göstermelerine neden olabilir.
Erdoğan ve Yıldırım’ın bu riskleri göz önünde tutmasında, hem Fethullahççı gizli örgütlenmenin (aslında her türlü gizli örgütlenmenin) kamusal alanın dışına çıkarılması, hem de Olağanüstü Hal düzeninin bir ar önce aşılarak normalleşmenin başlaması bakımından fayda var.
Paylaş