Paylaş
Bir başka muhalefet lideri, HDP eş genel başkanı Selahattin Demirtaş zaten aylardır terörizm suçlamasıyla tutuklu halde yargı karşısına çıkacağı günü bekliyor.
Diğer yandan Cumhurbaşkanı ve AK Parti Genel başkanı Erdoğan ana muhalefet liderinin casusluk suçlamasıyla karşı karşıya kalabileceğini ima ediyor.
İşlerin o yönde seyretmesinin Türkiye için hiç iyi olmayacağına inandığım için istemem, ama 2015 seçiminde Erdoğan’a rakip olan iki siyasi parti liderinin böyle bir akıbetle karşılaşması ihtimali ne yazık ki ortaya çıkmış durumda.
Gazeteci kökenli CHP milletvekili Enis Berberoğlu’nun Cumhuriyet gazetesine Suriye’ye giden MİT TIR’larına dair bilgileri verdiği suçlamasıyla 25 yıl hapse çarptırılması ardında Kılıçdaroğlu olduğu için, “ön almak” maksadıyla 15 Haziran’da “Adalet Yürüyüşünü” başlattığını söyledi Cumhurbaşkanı.
Bu gelişme öncesinde Berberoğlu hakkında son günlerde vahim bir kampanya söz konusuydu muhtemelen bundan bağımsız olarak. Önce kızı Dilara Berberoğlu’nun Fethullahçıların yayın organı sayılan Zaman gazetesinin yayın yönetmeni Ekrem Dumanlı’nın oğlu ile evli olduğu yoluyla bağlantı uydurulmak istendi. Uydurulmak diyorum, çünkü küçüklüğünden tanıdığım Dilara evli dahi değil; avukatları da tekzip etti. Ardından eşi Oya Berberoğlu’nun sürekli CHP’lilere “Enis sizin yüzünüzden içeride” diye yakındığı iddia edildi. Oya dün bunu reddetti. Zaten 25 yıl hapse çarptırılmış olan Enis üzerine bir de manevi baskı kuruluyor olması durumu var,
Cumhurbaşkanının bu çıkışı Kılıçdaroğlu’nun 26 Ağustos’ta başlayacağını duyurduğu “Adalet Kurultayı” hazırlıkları sürerken yapmasındaki zamanlama da önemli. Bu çıkış Erdoğan’ın bugün AK Parti kuruluş törenindeki konuşmasının ayrı bir dikkatle izlenmesine de yol açacak nitelikte.
AK Parti’nin 16 yıl önce bugün Ankara’daki kuruluş törenini hatırlıyorum. Okuduğu şiir yüzünden hapis yatmış çıkmış, mağduriyetiyle kendi siyasi çizgisi ötesinde kitlelerin sempatisini kazanmış İstanbul eski belediye başkanı Tayyip Erdoğan’ın tanıttığı isimlerin büyük bir kısmını siyaset gazetecisi olarak tanıyordum. Abdullah Gül, Bülent Arınç, Abdüllatif Şener, Yaşar Yakış, Hüseyin Çelik bir çırpıda aklıma gelenler.
Ama dikkatimi çeken Ali Babacan olmuştu mesela. Yüzünde mahcup ve muzip tebessümüyle bu genç adam ekonomiden sorumlu olacaktı. İçimden o ara Meclis’teki hiçbir siyasi partide bu önemli görevi bu kadar genç bir isme güvenip vermeyeceği düşüncesi geçmişti.
Seçmen ülkeyi ekonomik krize sürükleyen DSP-MHP-ANAP koalisyonuyla birlikte Meclis’teki diğer partileri de 3 Kasım 2002 seçimlerinde Meclis dışına atıp, bir yıl önce kurulmuş AK Parti’ye iktidar ve 1999 seçimlerinde cezalandırdığı CHP’ye de muhalefet görevi verdi.
Babacan, Kemal Derviş’in krizden çıkış tedbirlerini kendi dokunuşuyla sürdürdü ve maya tuttu; babacan aslında bir siyasi çizginin dönüşümünü temsil ediyordu.
AK Parti’yi içinden çıktığı Milli Görüş’ten farklılaştıran iki temel unsur vardı:
- Necmettin Erbakan’ın “Adil Düzen” ekonomik anlayışına karşı Pazar ekonomisine uyum,
- “Hıristiyan kulübü” söylemine karşın Avrupa Birliği’ne (AB) üyelik hedefinin benimsenmesi.
Bu anlayışla, 2003-2004 yıllarında, CHP lideri Deniz Baykal’ın da desteğiyle AB uyumu çerçevesinde 9 Anayasa değişikliği, 3 temel yasa değişikliği, hiç referanduma ihtiyaç kalmadan meclis tarafından gerçekleştirildi. Bu Türkiye’nin ekonomik ve demokratik gelişimi açısından onlarca yıldır atılan en önemli adımdı.
Sürdürülemedi. Sürdürülememesinin AB’den kaynaklanan nedenleri var, Türkiye’deki iç dinamiklerden kaynaklanan nedenleri var. Ama özellikle 2007’den sonra AK Parti kendisine hasım gördüğü asker ve yargıdaki geleneksel anlayışa karşın, Fethullah Gülen ve devlet içindeki yapılanmasıyla ittifaka girdi. 2012’ye kadar süren bu ittifak, AK Parti’nin 15 yılı bulan iktidarındaki en vahim hatası oldu. Cumhurbaşkanı Erdoğan 15 Temmuz 2016 askeri darbe girişimi ardından “Milletim affetsin” demek zorunda kaldı.
Zaten o süreçte yavaş yavaş gerilemeye başlayan 2003-2004 kazanımları Olağanüstü Hal koşullarında daha da zora girdi.
Erdoğan, MHP lideri devlet Bahçeli’nin stratejik desteğiyle OHAL koşullarında gittiği referandumunu (CHP’nin itirazları altında) az farkla da olsa kazanarak yürütme yetkilerini cumhurbaşkanlığına aldı ve aynı zamanda partisinin başına döndü.
Bu sürecin sonuçta partiyi kurarken birlikte olduğu yol arkadaşlarından çoğu artık şu ya da bu şekilde yanında değil. O güçlü üçlüden Arınç parti yönetiminden uzakta, Gül cumhurbaşkanlığı ardından yarı-gönüllü emekliliğinde. Babacan zaten birkaç yıldır ekonomi yönetiminde uzakta.
16 Nisan referandumuyla getirilen yüzde 50 artı 1 koşulu Erdoğan’ı zorluyor, bunu zaten Cumhurbaşkanı bir haftadır ifade ediyor. Bir yandan parti içinde “temizliğe” gidip, diğer yandan yeni ittifaklar yoluyla oy artırmaya çalışmak kolay değil.
Bu süreçte Cumhurbaşkanına siyasi rakiplerinin siyaset dışı yöntemlerle yoldan çekilmesinin işine yarayacağını söyleyen danışmanları, sosyal çevresi varsa etrafında, ne kendisine, ne Türkiye’ye iyilik yapıyorlar. Kabul etmeyen etmesin, AK Parti Türkiye siyasi tarihine damgasını b-vuran bir parti; 16 yılda geldiği nokta bu olmamalı.
Paylaş