Paylaş
Hemen yakınlardaki bir hastaneye, oradan da GATA’ya götürüldü. 20 güne yakın yoğun bakımda kaldı. Vücudunun yüzde 10’luk kısmı birinci derece yanıktı. Bir yıl süren tedavi sürecinde güneşe çıkamadı, haftada bir pansuman yaptırmak için hastaneye gitti. Ameliyatlar geçirdi. Fakat tam manasıyla şifa bulamadı ve yüzü de dahil olmak üzere vücudunun yüzde 8’inde yanık izleri ve hasar kaldı.
Üsteğmenin avukatı 2003’te “Bu insanı mağdur ettiniz, yargı sürecinde sürünmeden bu işi el sıkışarak çözebilir miyiz?” diye TEDAŞ’a başvuru yaptı; cevap bile gelmedi.
Bunun üzerine Ümraniye Asliye Hukuk Mahkemesi’nde TEDAŞ’a manevi tazminat davası açtılar. TEDAŞ, “Belli aralıklarla bakım yapıyorum. Benden kaynaklanan bir ihmal yok” dedi ama ortada bir vaka var. Kusursuz bile olsa, TEDAŞ sorumlu. Misal size, bir İETT otobüsünün yolda giderken lastiğinden bir taş birine çarpsa, burada kusursuz sorumluluk vardır. O taşla biri yaralansa buradaki doğal zarar o araçtan kaynaklandığı için illiyet bağı kurulur, bu zararı söz konusu kurum karşılamakla yükümlüdür.
Neticede, 7 yıllık bir dava sürecinin sonunda, 2010’da mahkeme karar verdi, 75 bin TL manevi tazminata hükmetti.
*
TEDAŞ temyize gitti. 2012’de 4. Hukuk Dairesi 75 bin TL’yi yüksek bularak mahkemenin kararını bozdu. 2013’te rakam düşürüldü ve 65 bin TL tazminata hükmedildi.
Yeniden temyize gidildi, 2014’te Yargıtay “Manevi tazminat zenginleşme aracı olarak kullanılamaz. Değer yüksek, 65 bin TL de çok” diyerek yine kararı bozdu.
Bunun üzerine yeniden yargılama oldu ve hâkim “Ben de yoruldum, ne karar versek bozuyorlar” diyerek 30 bin TL tazminata hükmetti. Yani rakam 75 bin TL’den 30 bin TL’ye düşürülmüş oldu.
Sonra her iki taraf da kararı temyiz etti. TEDAŞ rakamı daha da düşürmek istiyordu.
2015’te Yargıtay “30 bin TL tazminat makuldür. Zenginleşme kabul edilemez noktaya geldi” diyerek bu kararı onadı.
Üsteğmenin avukatı ise “Hak yerini bulmadı. Yargılamadan kasıt adaletin tesisidir. İnsanların vicdanının rahatlamasıdır” diyerek, karar düzeltme için yine Yargıtay’a gitti.
2 ay önce Yargıtay “Kararımızda bir yanlışlık yoktur” diyerek onu da reddetti. Bunun üzerine üsteğmen iç hukukta son durak olan Anayasa Mahkemesi’ne (AYM) bireysel başvuru yaptı.
*
Normalde AYM’deki süreç bir yıl alırdı. Ancak şu anda AYM’ye FETÖ ilintili onbinlerce başvuru olduğunu düşünürsek, bu tip davalara ne zaman bakarlar, kestirmek güç. En iyi ihtimalle 2 yıl alır. Ama AYM’deki benzer davalara bakıp ne karar çıkacağını az çok tahmin edebiliriz. İhtimal o ki, “Uzun süreli yargılamadan dolayı bireysel hak ihlali var” diyerek 5-10 bin TL para verdirecek, o kadar. Görünen o ki süreç de AİHM’ye taşınacak.
Gerçekçi bir bakışla da AİHM’den de 5-6 yıldan önce karar çıkmaz.
Yani sizin anlayacağınız, bu üsteğmenin hak arayışı en az 24 yıl sürmüş olacak.
*
Üsteğmen ile avukatının hukuki süreci inatla sürdürmesinin nedeni ortadaki büyük haksızlık, hukuka aykırılık ve vicdani adaletin gerçekleşmemesi.
Türkiye’deki tazminat hukuku söz konusu olduğunda, yeterince kamuoyu baskısı olmadığı için mahkemeler en aza hükmediyor, devletten ve kurumlardan yana karar veriyor.
Yani bu ülkede hukukun üstünlüğü değil, üstünlerin hukuku söz konusu. Mahkemeler kişiler yerine kurumları merkeze alarak adaleti öteliyor.
Yüzünü, kariyerini kaybetmiş, vücudunun bir kısmı hasarlı bir asker yıllarca bu süreci zenginleşmek için sürdürmüş olabilir mi?
Genelkurmay bu üsteğmenle ilgili şöyle yazmıştı: “Üsteğmen X’in geçirmiş olduğu kaza nedeniyle fiziki yapısında oluşan bozukluk temsil yeteneğini olumsuz etkilediğinden, bu durum yurtdışı sürekli ve geçici görevlere seçilmesine engel teşkil edecektir. Personelin bu nedenle maddi bir kayba uğramasının söz konusu olabileceği değerlendirilmektedir.”
Bırakın yurtdışında temsili falan...
Bu üsteğmen şu anda idari bir görevde.
Bu kaza olmasaydı, mahkemelerde harcadığı süre içinde şu anda binbaşı olabilirdi.
Bir elektrik teli geleceğini çaldı ve bunun karşılığı 30 bin TL mi?
Ve buna adalet diyorlar, öyle mi?
Paylaş