Paylaş
FETÖ’cüsünü bilemem ama bana tanıdık isimlerin hepsi değerli hocalar.
*
25 yaşındaki Diyar Yılmaz ihraç edilen akademisyenlerin en gençlerinden.
1991 Diyarbakır Çermik doğumlu. Annesi Afyonlu, babası Çanakkaleli. İkisi de eğitimci.
Diyar, 16 Şubat’ta Niğde Üniversitesi’ne araştırma görevlisi olarak atandı. Atandığının 3’üncü günü, kamu görevine başlamadan önce sosyal medyada paylaştığı bir Tahir Elçi karikatürü ve komik birkaç caps yüzünden hakkında disiplin soruşturması açıldı.
Ertesi gün, hakkında ikinci disiplin soruşturması açıldığının haberi geldi. Sebep, siyasi parti destekçiliği idi. Yine, kamu görevine başlamadan bir yıl önce, henüz öğrenciyken Facebook’ta paylaştığı bir fotoğraf delil olarak gösterildi. “Öylesine bir fotoğraftı” diyor Yılmaz, “Ben parti destekçisi falan değilim. Kaldı ki araştırma görevlileri parti üyesi bile olabiliyor. Ben üye değilim. Eğitim-Sen’li bile değilim.”
Diyar ilk soruşturmadan uyarı cezası, ikinci soruşturmadan ise 2 yıl kademe durdurma cezası aldı.
Bu arada Hacettepe Üniversitesi’nde yüksek lisans yapıyordu ve 2’nci dönem derslere girmesi gerekiyordu. Soruşturmalar bahane edilerek okula gönderilmedi ve eğitimi uzadı. Halbuki, Niğde Üniversitesi’nde henüz bölüm açılmamıştı, derse bile giremiyordu.
Bunların neden Diyar’ın başına geldiğini tahmin etmek zor değil. Ya ihbarcı meslektaşlarından biri sosyal medya hesaplarında dolaşıp onu şikâyet etmişti ya da ismi ‘Diyar’ diye idare, klasik refleksini göstermişti.
Çalışma hayatına adım atar atmaz kapıldığı girdap KHK ile ‘taçlandı’ ve Diyar, barış bildirisine imza atan 4 meslektaşıyla beraber okuldan atıldı.
İşin komik yanı, Diyar bu bildiriye hiç imza atmamıştı; o tarihte çalışmıyordu bile. Ama buna rağmen imzacı denilerek ihraç edildi.
Bir de üstüne devlete borçlu çıkarıldı, çalışmadığı günler için maaşı geri istendi.
Olan bitenler Diyar’ın zoruna gidiyor. Öğrenciyken bile, çeviriydi, özel dersti, bir şekilde hayatını kazanıp babasının eline bakmazken, şimdi bu hale düşürülmek onu üzüyor. Ama paradan çok öte, öğrencileri burnunda tütüyor: “Hayalim hep öğrencilerle bir arada olmaktı. Onlara önce insan olmayı, sonra bilime saygı duymayı öğretecektim. Başıma gelenleri hiç hak etmedim. Mutsuz ve umutsuzum.”
*
Doç. Dr. Kemal İnal ise 2007’de Gazi Üniversitesi’nde çalışmaya başladı. Ancak bir süre sonra 5 dersi elinden alındı. 9 yılda sadece 6 tez yönetmesine izin verdiler. Oysa yılda 15 tez yöneten hocalar vardı.
Türkiye’de en çok yayını olan akademisyenlerden biri olmasına rağmen, 2011’de hak ettiği profesörlük kadrosunu alamadı.
İnal, barış bildirisine imza attı atmasına. Ama attıktan sonra kapısında dev bir çarpı işareti buldu; ölümle tehdit edildi; az kalsın ülkücüler odasını yakıyordu. 10 gün fakülteye gidemedi, sonrasında da çantasında hep bıçak taşıdı.
İnal, eşi ve kızı için imzasını geri çekti ama fark eden bir şey olmadı. İkinci dönem tüm derslerini kapattılar. En son da bu furyayla okuldan atıldı. Kanıtsız, soruşturmasız, savunmasını almaya gerek bile görmeden.
Viyana Üniversitesi’nden 3 aylığına misafir akademisyenlik daveti alsa da akademisyenlere yurtdışı yasağı getirildiği için gidemiyor. “Şimdi onca kredi borcunun ortasında kalakaldım” diyor, “Eşim öğretmen, aldığı para belli. Nasıl geçineceğim muamma, 1 Eylül’den beri uyku uyuyamıyorum.”
*
At izi, it izi demişken...
Bilim insanları tarlada yetişmiyor.
Büyük emekler ve çalışmalar neticesinde insanlar akademisyen oluyor.
Memlekette eğitim zaten tepetaklak iken -fırsattan istifade- siyasi görüşü veya etnik kökeninden ötürü hocalardan ‘kurtulmak’ ve ülkeyi iyice uçuruma sürüklemek akla hizmet ediyor mu?
Öğrencilere çok yazık.
Ama FETÖ’yle uzaktan yakından ilgisi olmayıp da hiç izahsız atılan bu hocalara da çok yazık.
Söylesenize, FETÖ torbasına atılan bu akademisyenleri kimse işe alır mı?
Paylaş