Paylaş
Geçtiğimiz günlerde Hürriyet’in Edirne’yi Keşfet gezisine katıldığımda bu tarih ve kültür kentine ilk kez uğradığım için utandım.
Kentte etkileyici pek çok tarihi yapı var. Ama ben galiba temsil ettiklerinden dolayı en çok Darüşşifa’dan etkilendim.
Edirne’nin Osmanlı devletinin payitahtı olmasından sonra inşa edilen ve yıllarca tıp öğrencisi yetiştiren II. Bayezid Külliyesi’nin bir bölümünde, 600 yıl önce çok yönlü bir hastane kurmuş insanlar.
İdari ve tıbbi personeli olan, tüm personelde aranan mesleki beceriler ve ahlaki özellikler ile aldıkları ücretlerin, mutfağına giren tek bir buğday tanesinin bile vakfiyesinde kayıt altına alındığı bir yapı bu.
Hatta Evliya Çelebi buraya geldiğinde, bir de vakıf duası etmiş. Demiş ki “Kim ki ihtiyacından bir dirhem dahi fazla alırsa, karun gibi, firavun gibi laneti üstünde olsun, iki yakası bir araya gelmesin.”
Hasta odalarının ortadaki avlunun çevresinde yer aldığı, az sayıda bakıcının tüm hastalara bakabildiği bu hastane modeli Batı’ya ancak 400 yıl sonra, 19’uncu yüzyılın ikinci yarısında yayılmış.
Bu Darüşşifa’da kadın hekimler de çalışmış.
Onlardan biri, Cerrahe Küpeli Saliha Hatun.
Cerrahlığı eşi Deniz bin Gazi’den öğrenen Saliha Hatun, 1620 yılında eşini kaybettikten sonra tek başına cerrahlık yapmış.
Saliha Hatun’a ait 21 “rıza senedi”nin çoğu kasık fıtığı ameliyatları hakkında.
Rıza senedi, hekim veya cerrah ile hasta arasında yapılan bir sözleşme. Hasta, tedavisi veya ameliyatı sonunda sakat kalır ya da ölürse, akrabalarının kan ve diyet davası açmamaları için şahitler huzurunda bir senet imzalarmış.
Saliha Hatun’un hastalarının tamamı Rumeli’den, İstanbul’un farklı mahallelerinden, Sakız Adası, Bursa-İnegöl, Trabzon-Talip köyü, Beyşehri-Tauna köyü, Arapgir kasabası ve Erzurum’dan gelen erkekler. Saliha Hatun, ameliyatlarının çoğunu 1622-1624 yıllarında yapmış.
32 kişilik personelin hastalara ücretsiz baktığı Darüşşifa’da haftanın üç günü de hekim kontrolünde ilaç dağıtılırmış.
Plastik cerrahi bile varmış.
Şerafettin Sabuncuoğlu dönemin tedavilerini yazıp resmettiği kitabında, burada fazla parmakların alınması, bitişik parmakların ayrılması, göz kapağının kaldırılması gibi rekonstrüktif cerrahi operasyonları yapıldığını ortaya koyuyor.
O dönem Batı’da kötü muamele gören ruhsal sağlığı bozuk hastalar bu Darüşşifa’da tedavi edilmiş. Şimdiki gibi “ilacı daya gitsin” de yok.
Müzikle, kokuyla, sesle terapi var; sazdan sepet, çalıdan kafes yapma, ipten file örme gibi uğraş ile tedavi var.
Ücretsiz tedavi, ücretsiz yatak, ücretsiz bakım var. Yan taraftaki imarethanede yoksulları doyurmak var.
Hastalar iyileşip taburcu olmadan üç gün önce caminin yanındaki tabhanelerde misafir edilir, ortama alışması sağlanır ve öyle gönderilirmiş.
O dönemdeki sosyal devlet anlayışı ve insana verilen değer buradan belli.
Tarihteki felaketlerden ders alıp tekrarlamasak, iyilikleri sürdürsek keşke.
İnsana değer vermek gibi mesela...
Paylaş