Paylaş
Ancak şunu söyleyebilirim ki mahkemenin kararını da eleştiremeyiz.
Mevcut delil durumu, ikametgâhının sabit olması, tutuklama ile sağlanacak faydanın adli kontrol tedbirleri ile de sağlanabiliyor olması, bir tutuklunun salıverilmesi için gerekli ve yeterli nedenler.
Sormamız gereken şey, aynı durumdaki diğer tutuklular için neden bu hukuk kurallarının işleyemiyor olmasıdır.
Tutuklu gazetecilerin hepsi bu duruma uyuyor.
Haklarındaki suçlamalardaki deliller yazdıkları yazılardan ibaret, onları artık değiştiremezler. Demek ki deliller toplanmış.
Hiçbiri dağ başında yaşamıyor, “evsiz barksız” değiller, hepsinin aileleriyle birlikte yaşadıkları bir evleri var. Demek ki ikametgâhları sabit.
Bir tek uymayan gerekçe, öyle görünüyor ki “tutuklama ile sağlanacak faydanın adli kontrol tedbirleri ile sağlanamıyor olması”.
Bu onların durumuna uymuyor çünkü gazetecilerin tutuklu olarak yargılanıyor olmalarının nedeni, tutukluluk yoluyla cezalandırmak.
Yargıçlar da biliyorlar ki bu delillerle kimseyi mahkûm edemezler, mahkûm etseler bile bu kararları yüksek mahkemeden, olmadı AYM ve AİHM’den geri döner.
Onun için her seferinde tutukluluk halinin devamına karar veriyorlar ki gazetecileri hapiste “terbiye” edebilsinler!
Adliyelerin kapısında, mahkeme salonlarında filan büyük harflerle yazıyor ki “Adalet mülkün temelidir.”
Yani bir ülkenin/devletin temelinde adalet olmaz ise ciddi sorun var demektir.
Ama sadece zenginlerin ve arkası olanların kolayca tahliye edildiklerine bakacak olursak, mahkemeler artık “mülk” deyince ülkeyi ya da devleti değil, tapuları anlıyorlar.
ŞAŞIRMALARINA ŞAŞIRDIM
AVRUPA Konseyi Yolsuzluğa Karşı Devletler Grubu (GRECO) Türkiye ile ilgili “uygunluk raporunu” açıkladı.
GRECO, daha önce Türkiye’ye yolsuzlukla mücadele için 17 öneride bulunmuş.
Bunlardan 6’sı “tatmin edici şekilde” uygulanmış. 7’si kısmen uygulanırken 4 konuda hiç adım atılmamış.
Güven Özalp’in Hürriyet’teki haberine göre GRECO bunu “açık şekilde hayal kırıklığı yaratıcı” bulmuş.
GRECO’nun hayal kırıklığına uğramasını anlıyorum ama doğrusunu isterseniz ben hiç şaşırmadım.
Çünkü Türkiye’nin uygulamamakta ısrarlı olduğu dört madde siyasetin finansmanı ile ilgili.
Türkiye’de siyasetin nasıl finanse edildiğini bilmedikleri için hayal kırıklığına uğruyorlar.
Türkiye’de siyaset, herhangi bir parti ayrımı gözetmeksizin yıllardır aynı şekilde finanse edilir.
Evet partiler, aldıkları oy oranına göre bir Hazine yardımından yararlanırlar ama bu hiçbir zaman siyasi faaliyetlerin finanse edilmesine yetmez.
Siyaset, Türkiye’de Hazine yardımı dışında yine “hazineden” beslenir.
Bu “hazine” devlet ve belediye ihaleleriyle yaratılır.
İktidara her gelenin yandaş zengin yaratmasıyla da sonuçlanan bu süreç, müteahhit şirketlere (sadece inşaatı kastetmiyorum, devlet ya da belediyelerle ilgili her türlü taahhüt işinden söz ediyorum) sağlanan avantaj ve kolaylıkların bir bölümünün siyasetin finansmanı için geri dönüşü yoluyla işler.
Bir tür “Kaşı sırtımı, kaşıyayım sırtını” durumu yani.
İktidara kim gelirse gelsin, belediyelerde kim kent bütçesini yönetir hale gelirse gelsin bu iş böyle yürür.
Onun için de partilerin hiçbiri bu konuda kılını kıpırdatmaz. Kim kaz gelecek yerden tavuk esirger ki?
BİR FETÖ GİDER, DİĞERİ GELİR
MİT, TBMM’deki darbe girişimini araştırmak için kurulan komisyona gönderdiği raporunda, devletteki FETÖ tipi örgütlenmelerin önlenebilmesi için “liyakate” dikkat edilmesi gerektiğini söylüyordu.
Zaten FETÖ’nün özellikle bu iktidarın ilk 12 yılında neredeyse tüm devleti ele geçirebilmesini sağlayan şey de devlet kadrolarına girmekte ve terfilerde liyakatin değil, cemaat bağlantılarının ya da “bizden” olmanın öne geçmiş olmasıydı.
Ama öyle görünüyor ki akıllar yine başa gelmemiş.
Hoca Ahmet Yesevi Anadolu İmam Hatip Lisesi’nin yayınladığı broşüre göre “askeri yüksekokullar ve polis okullarına girişte bu okulu tercih edenler ayrıcalıklara sahip olacaklar”.
Bir devlet okulunun yöneticileri buna tek başlarına karar veremezler. Belli ki arkalarında siyasi irade de var. Aynı durumun diğer imam hatip ortaokul ve liseleri için de geçerli olduğunu düşünebiliriz.
Yani devlet bizzat diyor ki “Ey cemaatler, devlette örgütlenecekseniz, müritlerinizin çocuklarını bu okullara yollayın, onları asker ve polis okullarına bu yolla kolayca yerleştirebilirsiniz.”
Yaşadığımız FETÖ musibetinden sonra terk edilmesi gereken ilk davranış, bir vaat olarak sunuluyor!
Bu kafa değişmedikçe bir FETÖ gider, diğeri gelir. Hadi bizi dinlemiyorsunuz, bari MİT’e kulak verin.
DOĞAN HEPER’E VEDA
GAZETECİ büyüğümüz, Milliyet’in uzun süre genel yayın müdürlüğünü de yürüten Doğan Heper’i kaybettik.
Kendisi gazetecilik meslek ilkeleri
konusunda son derece titiz, mesleğine ölesiye bağlı bir gazeteci ve gazete yöneticisiydi.
Doğan Ağabey’e Allah’tan rahmet, yakınlarına ve meslektaşlarına başsağlığı diliyorum.
Paylaş