Paylaş
Marifetmiş gibi fotoğraf da çektirmişler.
Olay ortaya çıkınca CHP yöneticileri bu kişileri anında kamp alanından attı, parti üyesi oldukları tespit edilince üyelikten de çıkarıldılar.
Buna rağmen başta Cumhurbaşkanı olmak üzere AKP yöneticileri, bunu bir siyasi propaganda vesilesi haline getirmekten de geri durmadılar.
Yıllar önce şehitlerden söz ederken “kelle” kelimesini kullandığı için 3 kuruş tutarında manevi tazminata mahkûm edilen ve bu cezası Yargıtay tarafından da onaylanarak kesinleşen Cumhurbaşkanı, “Şehit cenazelerine bile saygıları yok” diye tepki gösterdi.
“Şehit mezarlıklarının olduğu yerlerde votka mı, şarap mı, bira mı tartışması yaptılar” dedi.
Bakan Numan Kurtulmuş da fırsatı kaçırmayanlardandı. O da sanki Adalet Kurultayı’na katılanlar toplu içki âlemi yapmışlar gibi konuştu. “Tarihimize hakaret, milletimizin değerlerini aşağılamaktır” dedi.
Oysa o kişiler, CHP’den atılarak cezalandırılmışlardı. Bunu ne Cumhurbaşkanı önemsedi, ne de diğerleri.
Göreceksiniz, bu konu bir süre daha ısıtılıp ısıtılıp önümüze konulacak.
Oysa bir AKP üyesi böyle bir “çıkıntılık” yaptığında hemen ayağa fırlıyorlar: Bir kişinin yaptığı partimizi bağlamaz!
Bir AKP’li, bir “meczupluk” yaptığında da aynı şeyi duyuyoruz: Partimizle ilişiğini kestik, bir kişinin yaptığı partimize mal edilemez.
Böyle diyorlar ama iki–üç dangalağın yaptığı şeyi, bütün bir partiye ve Adalet Kurultayı’na mal etmekten de geri durmuyorlar.
Bu politik anlayış Makyavel’e bile rahmet okutuyor.
BAŞBAKAN’IN KÜSTÜĞÜ MÜSTEŞAR
MİT Müsteşarlığı’nın Cumhurbaşkanlığı’na bağlanması, kuşkusuz ki referandum ile değişen Anayasa’nın bir gereği.
2019’dan itibaren başkanlık sistemine geçiyoruz ve bu sistemde icranın başı Cumhurbaşkanı olacağı için, bu tür düzenlemelerin o tarihten önce yapılması gerekiyor.
Tabii sorun şu ki esasen kanun ile yapılması gereken bu değişiklikler olağanüstü hal ilanına dayanan kanun hükmündeki kararnameler ile yapılıyor.
Normal olarak bunun Meclis’te konuşulması, tartışılması, olası sakıncaların ortak akılla giderilmesi gerekir, TBMM bunun için var zaten.
Ama Cumhurbaşkanı bu işi tek başına yapmak istiyor, kararnameler ile TBMM’yi baypas ediyor.
Bu arada ilginç bir durum olduğunu da geçen gün Abdulkadir Selvi’nin Hürriyet’teki yazısından öğrendik.
Meğerse Başbakan Binali Yıldırım ile MİT Müsteşarı Hakan Fidan 15 Temmuz 2016 tarihindeki darbe girişiminden sonra haftalık olağan görüşmeleri de yapmamışlar. Bütün bu süre içinde bir-iki kez toplanmışlar.
Bu nasıl bir şey? Başbakan ile kendisine bağlı istihbarat örgütünün başı bir buçuk yıl küs mü kalmışlar?
Hem bin yıllık devlet geleneğinden söz edeceksiniz hem de bir kabile yönetiminde bile olmayacak bir durum yaşayacaksınız.
“Devletin tepesinde küslük olmaz” diyen Süleyman Demirel, rahmet istemiş belli ki.
Başbakan Yıldırım’ın, MİT Müsteşarı’ndan şikâyeti 15 Temmuz darbe girişiminde müsteşarın tavrı ile ilgili.
Müsteşar, ona haber verme gereğini hissetmemişti, Başbakanlık Koruma Müdürü’nü bile uyarmamıştı.
Bu fiyaskodan sonra bir yaptırım da olmadı, çünkü müsteşar, Cumhurbaşkanı’nın “sır küpü”.
Bunu ben söylemiyorum, Cumhurbaşkanı söylemişti.
Küp kırılıp sırlar dışarıya çıkmasın diye Başbakan’a rağmen görevde tutuluyor, o da ona küsmüş konuşmuyor!
BAKANA ‘UŞAK’ DİYEBİLİR MİYİM?
İÇİŞLERİ Bakanı Süleyman Soylu, Prof. Dr. Baskın Oran’ın “Kürtler üzerine bazı trajikomik deneyler” başlıklı yazısına tepki göstermiş ve şunu söylemişti:
“Kendisini ilim adamı diye pazarlamış yazısının her kelimesini alçakça kurgulamış bir uşak Baskın Oran hakkında suç duyurusunda bulunuyorum.”
Baskın Hocam, bu sözler ile ilgili olarak hakaret davası açtı.
Soylu’nun avukatı Uğur Kızılca’nın, mahkemeye gönderdiği savunmadan bir bölümü okuyalım:
“Bir bakan olarak, bir vatandaş olarak Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi ve Anayasa’da yer alan düşünce ve kanaat açıklama hürriyeti kapsamında Baskın Oran’ın yazısını eleştirmiştir. Eleştiri övgü olmadığına göre zorunlu olarak sert olacaktır. Kamuoyunda tanınan ve bilinen davacı (Baskın Oran), müvekkilimin düşünce ve kanaat açıklama hürriyeti kapsamında bir bakan olarak, bir vatandaş olarak kanaatimizce içeriği suç teşkil eden davacının yazısına ve açıklamalarına karşı yapmış olduğu eleştirisine ve suç duyurusuna katlanmak zorundadır.”
Demek ki neymiş?
“Eleştiri övgü olmadığına göre zorunlu olarak sert olacakmış”!
Günün birinde Bakan Soylu’yu eleştirecek olsam “uşak” gibi sıfatlar kullanabilir miyim? Ne dersiniz Sayın Cumhuriyet Savcıları?
BAYRAMINIZ KUTLU OLSUN
BAYRAM süresince yazı yazamayacağım. 5 Eylül Salı günü yeniden buluşmak üzere, mutlu bir bayram geçirmenizi dilerim.
Paylaş