Paylaş
Böylece 2 milyon 200 bin kişinin yaşadığı bu ülkede, Katarlı sayısının 300 bin olduğunu öğrendik mesela. Geri kalanı nüfustan sayılmıyor, çünkü çoğu ücretten başka hiçbir hakka sahip olmayan yabancı işçiler.
Ülkenin uluslararası sanata büyük yatırımlar yaptığını da öğrendik. Bazılarımız bunu küçümsüyor olabilir ama unutmayalım ki Hermitage koleksiyonu da böyle başlamıştı. Çok uzun yıllar sonra meyvesi alınacak yatırımlar bunlar.
Hürriyet muhabirleri İpek Yezdani ve Sebati Karakurt krizin hemen ardından bu ülkeye gittiler ve izlenimlerini gazetede okuyoruz. Hürriyet’e yakışan, Hürriyet’in gazetecilik genlerine uygun bir iş yapıyorlar.
Dünkü gazetede Doha’da açılmış bir sergiden de izlenimlerini yazdılar.
32 yaşındaki kadın sanatçı Meryem Ahmet’in yaptığı “İstikrar” isimli bir resim ve heykelin fotoğrafları da vardı.
Ama Meryem Ahmet’in fotoğrafını ancak arkadan çekebilmişlerdi, çünkü sanatçı fotoğrafta yüzünün görülmesini istememiş. “Kocam ve babam kızar” diyerek!
Bir yandan heykellerin bu devirde bile “put” diye kırıldığı bir kültürde heykel yapabiliyor, diğer yandan kocası ve babası kızar diye fotoğraf da çektiremiyor.
Çektirse de zaten yüzü görülmeyecek oysa, peçeyle tamamen kapalı çünkü.
Ama yine de fotoğraf çektiremiyor.
İki arada bir derede kalmış gibi sanki.
Sanata büyük yatırımlar yapan bir ülkede bir yandan çağdaş sanatla ilgileniyor, icra ediyor, diğer yandan geleneksel kültürün baskısından da kurtulamıyor.
Ve eserlerinin “Katarlı kadınların geleneklerine bağlı, istikrarlı ve güçlü olduklarını” ifade ettiğini söylemeyi de ihmal etmiyor.
Belli ki Katar’ı yöneten ailenin modern bir toplum yaratma çabalarından olumlu yönde etkilenmiş ama zincirini de tam anlamıyla kıracak gücü yok.
İpek ile Sebati’nin haberlerini okurken, diğer Arap diktatörlerinin Katar’daki bu gelişmelerden de rahatsızlık duyduklarını düşündüm.
O gelişmelerin kontrol edilemeyip kendi ülkelerine de sıçrayacağından mı korkuyorlar acaba?
Katar krizinin ardında bu korkunun da kokusu var sanki.
TÜRKİYE’NİN EN ÖNEMLİ SORUNU
TÜRKİYE İstatistik Kurumu (TÜİK), 2016 yılına ait “yetişkin eğitimi verilerini” açıkladı.
Buna göre 18–24 yaş arası gençlerin yüzde 52’si herhangi bir örgün ya da yaygın eğitim kurumuna devam etmiyor.
Kadın-erkek eşitsizliği burada da ortaya çıkıyor: Bu yaş aralığındaki erkeklerin yüzde 26.6’sı eğitim sisteminin içindeyken, kadınların yüzde 18.9’u eğitim olanaklarından yararlanıyor.
Bu hepimizin takkeyi önümüze koyup sonuçlarını düşünmemizi gerektiren bir sonuç.
Türkiye’de eğitim sisteminin derin sorunları var. Çocuklara matematik, fizik, kimya, yabancı dil öğretemediğimiz gibi kendi dillerini bile doğru dürüst öğretemiyoruz.
Bunun üzerine bir de 18 yaştan sonraki gençlerin yarısının eğitim sisteminin dışına çıkmasını eklerseniz tablo daha da vahimleşiyor.
Türkiye’nin en önemli sorunu bu ve 15 yıldır tek başına iktidar olan parti bile bu sorunu çözmek konusunda bir adım atmayı başaramadı.
Bu sorunu çözemediğimiz sürece, ne yaparsak yapalım, orta gelir tuzağından kurtulmamıza olanak yok.
Ve bu, bugün karar verip sonuçlarını yarın alabileceğimiz bir sorun da değil.
Uzun vadeli ciddi bir planlama gerekiyor ve ortada böyle bir planlamanın yapıldığına dair işaret de yok.
İktidarın tek hedefi imam hatiplerin sayısını arttırmak, hepsi o kadar.
O okullardaki eğitim düzeyini yükseltmek, mesleki ve yükseköğrenimin kalitesini arttırmak gibi bir hedefleri de yok.
Her araştırmanın sonucu, alarm zillerinin çalmasını ve harekete geçmemizi gerektiriyor ama kimsenin umurunda değil.
FETULLAHÇI SIZMADA AKP’NİN ROLÜ
BU köşede çok sorduğum bir sorunun yanıtını CHP’nin, darbe girişimini araştırmak için kurulan komisyonun raporuna yazdığı muhalefet şerhinde buldum.
Şerhteki tablo ortaya koyuyor ki Fetullahçıların yargıdaki kadrolaşmaları, AKP döneminde iki kat artmış!
Buna göre 1980 yılından 2002’ye kadar geçen 23 yıllık süre içinde yargı kadrolarına girenler içinde 15 Temmuz darbe girişiminden sonra ihraç edilenlerin payı yüzde 15.
AKP’nin 2002’de iktidara gelmesinden sonra yargı kadrolarına alınanlar içinde darbe girişiminden sonra ihraç edilenlerin payı ise yüzde 35.
15 Temmuz darbe girişimi ardından yayınlanan KHK’larla ihraç edilen hâkim ve savcılar arasında göreve başlama tarihi en eski olanı 1980’de mesleğe girmiş. 1980’den AKP’nin iktidara geldiği 2002 yılı arasında toplam 7 bin 672 hâkim ve savcının ataması yapılmış. Bunlardan KHK’larla ihraç edilenlerin sayısı 1210.
AKP’nin iktidara geldiği 2002 yılından sonraki veriler ise şöyle:
2003–2010 yılları arasında, yani Anayasa değişikliği ile HSYK’nın yapısı değiştirilmeden önce, 3 bin 637 hâkim ve savcı atanmış, bunların 1255’i darbe girişiminin ertesinde ihraç edilmiş. İhraçların toplam atamalar içindeki payı yüzde 34.51.
2010’da “Yetmez ama evet” sloganıyla hatırlanacak referandumla HSYK’nın yapısı değişince atanan 2 bin 876 hâkim ve savcının 1192’si Fetullahçı olduğu gerekçesiyle ihraç edilmiş. Oran yüzde 41.45.
Tabii CHP, HSYK seçimleriyle ilgili yasayı Anayasa Mahkemesi’nde iptal ettirmesinin, bu işte oynamış olduğu role değinmiyor.
AKP’nin, 17–25 Aralık’tan sonra Fetullahçılar ile yolları ayrılınca atanan 2 bin 281 hâkim ve savcının 582’si 15 Temmuz’dan sonra ihraç edilmiş. Yani dörtte biri.
Ortaya çıkıyor ki 23 yıllık dönemde yargıya sızan Fetullahçı oranı, 12 yıllık AKP iktidarı döneminde sızmayı başaranların ancak yarısı kadar.
Bunun da hesabının verilmesi gerekmiyor mu?
Yargıdaki durumu böylece öğrenmiş olduk.
Şimdi sıra geldi sorunun ikinci bölümünü öğrenmeye.
İhraç edilen polisler, askerler ve diğer kamu görevlileri açısından durum nedir? Bunların yüzde kaçı AKP döneminde mesleğe atanmışlar ya da terfi ettirilmişler?
Paylaş