Paylaş
“İşi gücü bıraksınlar, biz gazetecilerin sorduğu her soruyu yanıtlasınlar” gibi bir talebim yok.
Yapsalardı daha iyi olurdu ama TBMM Komisyonu’nun karşısına çıkıp her soruyu açıklıkla yanıtlasalardı, bugün tartıştığımız birçok soruyu sormuyor olurduk.
Birinci soru: Binbaşı O.K., darbe ihbarı yaptı mı?
Genelkurmay’dan bir yetkilinin, Binbaşı O.K.’nın, MİT’e sadece “MİT Müsteşarı’na yönelik bir operasyon” ihbarı yaptığını açıkladığını dün bu köşede yazmıştım.
MİT’in, TBMM Araştırma Komisyonu’na gönderdiği raporda da O.K.’nın darbe ihbarında bulunmadığı, MİT Müsteşarı’na saldırı ihbarında bulunduğu belirtiliyor.
Şöyle bir bölüm de var bu raporda:
“MİT tarafından daha önce dış makamlarla paylaşılan notlarda, FETÖ/PDY’nin darbe girişiminde bulunabileceği bildirilmiş olmakla birlikte, TSK bünyesinde istihbarat toplanamadığından, darbe girişiminin tarihi konusunda net bir istihbara daha önceden ulaşılamamıştır.”
İkinci soru: Genelkurmay Başkanı ne zannetti?
Binbaşı O.K.’nın, MİT Müsteşarı’nı kaçırmaya ya da öldürmeye yönelik üç helikopterin katılacağı bir operasyon yapılacağı ihbarını alan Genelkurmay Başkanı, bunu ne zannetti?
Böyle bir ihbar, zaten bir darbe girişiminin ipucu sayılmamalı mıydı?
Normal olarak bir ülkenin askerleri, taarruz helikopterlerini de kullanarak ülkenin istihbarat başkanını kaçırmaya tevessül etmezler.
Bu bir anormalliğin olduğunun işareti değil midir?
Genelkurmay Başkanı, bunu bir “fidye isteme” olayı olarak görmemiştir diye düşünüyorum.
Üstelik, Fetullahçıların bir darbe girişimi yapabilecekleri ile ilgili MİT’in bilgi notları da ellerindeyken!
Şu açık: Gelen istihbaratın değerlendirilmesinde önemli bir zaaf yaşanmış, istihbarat doğru değerlendirilmemiş.
O zaman geliyoruz diğer sorulara.
Ama önce bu köşede sıkça kaynak gösterdiğim bir ifadenin tam halini size aktarayım ki soracağım sorunun bir anlamı olsun.
Bu ifade şu anda Genelkurmay’da İkinci Başkan olarak görev yapmakta olan Orgeneral Ümit Dündar’ın, TBMM Komisyonu’nda, CHP’li İzmir Milletvekili Aytun Çıray’ın sorusuna verdiği yanıt.
Tutanaklardan aktarıyorum:
“AYTUN ÇIRAY (İzmir)- Benim sorum şu: Geçmişte devlet bürokrasisinde de bulunan birisi olarak güvendiğim çok önemli kaynaklardan MİT’ten gelen ilk istihbaratın darbe olacağı yönünde değil çünkü bugünkü konumumuz itibariyle bu soruyu soruyorum. Çünkü Genelkurmay İkinci Başkanı olarak muhtemelen bu göreve geldikten sonra bunları tartıştınız, bilgi alışverişi yaptınız, her şeyi gözden geçiriyorsunuz. İlk gelen istihbaratın bir darbe istihbaratı olmadığı, MİT Müsteşarının getirdiği istihbaratın, kendisine asker içinden yani Silahlı Kuvvetlere sızmış bir grup içinden suikast yapılacağına dair -helikopterlerle ve diğer araçlarla- bir istihbarat getirdiğini söylediler. Yani MİT Genelkurmay Başkanına bir darbe istihbaratı değil, kendisine yapılacak bir suikast istihbaratı getirmiş, adlığım bilgi bu. Bu konuda ne diyorsunuz?
GENELKURMAY İKİNCİ BAŞKANI ORGENERAL ÜMİT DÜNDAR- Şimdi, iki kişi arasında geçen konuyu tam olarak bilmem mümkün değil. Ancak, belki şöyle bir yorum yapabilirim: Eğer gelen bilgi –gelen bilginin ne olduğunu bilmiyorum, samimi olarak ifade ediyorum- ancak gelen bilgi herhangi bir darbeye yönelik olmuş olsaydı Genelkurmay Başkanımız tarafından daha farklı emirlerle de bunun destekleneceğini değerlendiriyorum.”
Üçüncü soru: Genelkurmay Başkanı, neden bu ihbarı bir darbe girişimi olarak değerlendirmedi?
Doğru bir değerlendirme yapmış olsaydı, “verdiği emirleri farklı emirlerle destekler”, askerin kışladan çıkmasının önüne geçebilirdi?
“Belki de geçemezdi” diye düşünmek de mümkün tabii.
Çünkü karşımızda, zamane haşhaşileri gibi adeta büyülenmiş, beyinleri yıkanıp esir alınmış bir grup var.
Ancak bir soru daha sormalıyım.
Dördüncü soru: “Kışlalarda kalın” emri verilseydi?
Astsubay Ömer Halisdemir’in şehit edilmesiyle ilgili davada tanık olarak dinlenen Özel Kuvvetler Komutanı Korgeneral Zekai Aksakallı şöyle bir ifade verdi:
“Silahlı Kuvvetlerde kriz ve olağanüstü durumlarda haber alınır alınmaz ilk tedbir olarak ‘Personel kışlayı terk etmesin’ emri verilir. Birlik komutanları kışlalarında, mesaiye devam edilir. Her zaman uygulanan bu temel ve basit kural 15 Temmuz’da ilk haber alındığı zaman uygulanmamıştır. Uygulansaydı, darbe girişimi baştan açığa çıkardı.”
Sedat Ergin, Güvercinlik üssünde darbe günü yaşananları, iddianameden yola çıkarak Hürriyet’te yazdı.
Bir önemli detay, darbecilerin nöbet çizelgelerini önceden değiştirerek, o gün mesai saatinden sonra üste sadece Fetullahçı subay ve astsubayların kalmasını sağladıkları ile ilgili.
O gün devlete ve kanunlara bağlı subaylar kışladan uzakta tutulmuş ki darbe girişimini engellemeye kalkışmasınlar.
Peki Genelkurmay Başkanı, gelen ihbarı bir darbeye kalkışılacağı yönünde değerlendirip “Kışlalar terk edilmeyecek” emrini vermiş olsaydı, Fetullahçıların bu planı bozulmuş olmayacak mıydı?
Nitekim, Malatya’da, darbecilerin verdiği emri dinlemeyen Albay Hakan Keleş, helikopterlerin başına birer asker dikerek oradaki girişimi engellemiş.
Kanunlara bağlı, emir-komuta zincirine sadık başka subaylar da başka kışlalardaki hareketleri önleyebilirler miydi?
Beşinci soru: Darbe girişimi önlenebilir miydi?
Etkin bir soruşturma yürütülmeden bu sorunun yanıtlanması aslında mümkün değil.
Ancak bu etkin soruşturma bizzat hükümet tarafından engellenmiş durumda.
Cumhurbaşkanı ve Başbakan, Genelkurmay Başkanı ve MİT Müsteşarı’na “Gidip ifadenizi verin” deselerdi, anlardık ki onlar da bu konu aydınlansın istiyorlar.
Ama böyle bir talimat verilmediği açık. TBMM Komisyonu’nun AKP’li üyeleri de herkesi dinlediler ama bu iki kamu görevlisini dinlemek konusunda ısrarcı olmadılar.
Onun için hep bu soruyu soracağız: Bu darbe girişimi en başından önlenebilir miydi?
15 Temmuz’da hayatlarını kaybedenler, bugün aramızda olabilirler miydi?
Paylaş