Paylaş
Yazısında Alman hukukçu Schmitt’in anayasalar arasında yaptığı bir ayrımdan söz ediyor.
Schmitt, anayasaları “diktatörlüğe dayanıklı, diktatörlüğe dayanıksız” diye ikiye ayırıyor.
Normal bir politikacı, yola “diktatör olacağım” diye çıkmaz, bunu biliyoruz.
Bugün dünya yüzünde “diktatör” diye bildiğimiz politikacılara sorsak, bunu zaten reddederler.
Bizim ülkemizde de kimsenin böyle açık bir talebi olacağını düşünmüyorum.
Ama eline geçirdiği yetkileri kullanması, böyle bir sonuç doğurabilir. Bunu önleyecek olan şey Anayasa’nın çerçevesini çizdiği düzendir.
Referanduma götürülen Anayasa değişikliği ile, bir “tek adam”, Cumhurbaşkanı olarak yürütme gücünün başında olacak.
Partisinin genel başkanı ve TBMM Grup Başkanı olarak da iktidar partisi çoğunluğu üzerinden Meclis’in de başında olacak.
Anayasa Mahkemesi üyelerini, Hâkimler Kurulu ile Savcılar Kurulu üyelerini tek başına seçecek.
Onun seçtiği kurul üyeleri, Yargıtay, Danıştay, Sayıştay gibi yüksek yargı yargıçlarını, normal mahkeme yargıçlarını ve savcılarını seçecek.
Böylece, o tek kişi, yargının da başında olacak.
Bir kişinin hem yürütmeyi, hem yasamayı, hem de yargıyı kontrol ettiği düzene “otokrasi” diyoruz.
“Otokrasi” kelimesi, eski Yunancadan, “otokrates” kelimesinden geliyor.
“Autos: Kendi” ve “Krates: Güçlü” sözcüklerinden üretilmiş bileşik bir kelime.
Otokrat, Türkçede “Tek başına iktidar gücü kullanan kimse” anlamına geliyor.
Anayasa değişikliği onaylanırsa, 2019’da yapılacak seçimde kimin seçileceğini bugünden bilmiyoruz.
Ama bildiğimiz şey şu ki, bu yetkilerle, kim seçilirse seçilsin, bir otokrat yaratmış olacağız.
Anayasa değişikliklerini okuyun, bu yetkilerin, siyasi görüşlerinize hiç uymayan birisinin elinde olmasını ister misiniz, istemez misiniz?
Oy verirken yanıtlanması gereken soruların en temeli budur.
SUÇ VE CEZA KİŞİSELDİR
DİYARBAKIR Kayapınar Belediyesi’nde çok sayıda çalışan işten çıkarıldı.
Kayyumun açıklaması şöyle: “Tespit ettiğimiz yaklaşık 390 kişi var. Tamamı istisnasız dağdaki kişilerin yakınları ya da güvenlik güçlerince etkisiz hale getirilenlerin yakınları. Belediyenin her birimine sızmışlar.”
Bu açıklamayı okuyunca, kayyumun hukukun temel kavramlarından, TC Anayasası’ndan ve ceza kanunundan haberi yok mu acaba diye düşünmeden edemedim.
Evrensel bir hukuk kuralı şudur: Suç ve ceza kişiseldir.
Suç işleyen kişi, kendi eyleminden sorumludur. Akrabaları, yakınları, çoluk çocuğu, bu nedenle cezalandırılamaz.
Kimse, başkasının suçundan sorumlu tutulamaz.
Öte yandan evrensel ceza hukukunun temel kurallarından biri de kanunsuz suç ve ceza olmayacağıdır.
Kanunda yer almayan bir suç olmaz, kanunda yazılmayan ceza verilemez.
Bu evrensel kurallar bizim Anayasamızda da yer alıyor, ceza kanunumuzda da karşılığı var.
Bu yönde çok sayıda Anayasa Mahkemesi kararı da bulabilirsiniz.
Bu ülkede sayısız cana mal olan PKK eylemlerine karışanların cezalandırılmasına kimsenin bir itirazı olamaz.
Ancak unutmamak gerekir ki PKK ile mücadelenin meşruiyeti, devletin hukuktan sapmamasından, kanunları herkese eşit olarak uygulamasından geçer.
Öyle görünüyor ki kayyum da olağanüstü hal kararnamelerinin bu en temel gerçeği ihmal ediyor olmasından etkilenmiş.
Hukuk, bir ülkenin temel direğidir. Bu direği zorlamak en başta koruduğunuzu zannettiğiniz devlete zarar verir.
ÖRNEĞİ OLMAYAN BİR SİSTEM
DONALD Trump’un başkan seçilmesinin ardından Savunma Bakanlığı’na getirilen James Mattis ile Beyaz Saray arasında bir kriz var.
Bu nedenle Savunma Bakanı yardımcılığına ve müsteşarlığa atama yapılabilmiş değil.
Bunun nedeni, Mattis’in, “ideolojik” davranmıyor olması.
Mattis, Cumhuriyetçi Parti’den başkan seçilen Trump tarafından tayin edilmiş olmasına rağmen, bakanlık personeli arasında partizanca bir ayrım yapmamakta kararlıymış.
Obama döneminden kalan personeli de koruyormuş.
Bakan, “deneyimin önemli olduğuna” inanıyor ve uzman personelin çalışması gereken pozisyonlarda, parti aidiyetine değil, uzmanlık ve yeterliliğe bakıyor.
Bize ne kadar yabancı geliyor değil mi?
ABD’de, başkanlık sisteminin yürüyor olmasının ve başkanları bir otokrata dönüştürmüyor olmasının iki nedeninden birisi, kuvvetli güçler ayrılığı ise, diğeri gevşek parti aidiyeti ve uzlaşma kültürü.
Ülkemizde siyasi parti disiplininin ne kadar katı olduğunu, milletvekili adaylarının bizzat parti başkanları tarafından seçildiğini, bu nedenle milletvekillerinin parmak kaldırıp indiren kişilere dönüştüğünü de hatırlayalım.
Anayasa değişikliği gerçekleşirse, partili Cumhurbaşkanı elinde devletin nasıl bir parti devletine dönüşeceğini düşünebiliyor musunuz?
Bunu önlemek mümkündü aslında. Cumhurbaşkanı’nın partisi ile ilişkisi kesilmeliydi, Siyasi Partiler Kanunu ile Seçim Kanunu, demokratik hale getirilmeliydi. Cumhurbaşkanı seçimi ile milletvekili seçiminin de aynı anda yapılmıyor olması gerekiyordu.
Ama bunların hiçbiri Anayasa değişikliği paketinde yok. Tam tersine, Cumhurbaşkanı’na bir de Meclis’i tek başına vereceği bir kararla feshetme yetkisi veriliyor.
Onun için bu sistemin adı “Türk tipi başkanlık sistemi”.
Demokrasilerde bir örneği daha olmayan, garip bir sistem!
Paylaş