Paylaş
“Bu ülkeye kimse zarar veremez, tünelin ucunda ışık göründü. Terör artık can çekişiyor. 16 Nisan’dan sonra size söz veriyorum bu örgüt bitecek” dedi.
Başbakan’ın 16 Nisan’a böyle anlamlar yüklemesi, aslına bakarsanız ciddi bir endişeyi ifade ediyor.
Referandumdan hayır çıkma olasılığının güçlendiğini düşündüren sözler bunlar.
Hayırlar güçleniyor olmalı ki Başbakanlık makamına gelmiş bir insan, kendisinin bile inanmakta zorluk çekeceği sözleri bir mitingde milletin gözünün içine baka baka, yüksek sesle söyleyebiliyor.
Daha da acı olanı, milletin buna inanacağını düşünüyor olması.
Şurası açık: Hem ayrılıkçı terör, hem de sözde İslamcı terör ile, Anayasa referandumunun bir alakası yok.
Referandumda oylayacağımız şey şudur: Türkiye bir parti devleti olarak tek adam yönetimine girsin mi girmesin mi?
“Girsin” diyenler evet oyu verecek, “Girmesin” diyenler hayır oyu verecek. Bu kadar basit.
Terör, maalesef referandumdan sonra da masum insanların yaşamlarına yönelik bir tehdit olarak karşımızda duruyor olacak.
Başkanlık sistemi ABD’yi terörden koruyabiliyor mu ki, burada da bizi koruyabilsin?
Referandumdan sonra hiçbir şey değişmeyecek, sonuç ne olursa olsun: Evet de çıksa, hayır da çıksa, Binali Yıldırım, Başbakan olarak görevine devam edecek. Recep Tayyip Erdoğan, Cumhurbaşkanlığını sürdürecek. İçişleri Bakanı, Emniyet Genel Müdürü, MİT Müsteşarı, Genelkurmay Başkanı değişmeyecek.
Ama iddialarına göre terör şıp diye bitecek.
O zaman niye şimdi bildiklerinizi uygulayıp önleyemiyorsunuz?
Bilerek göz yummadığınızı biliyoruz ama 16 Nisan’dan sonra alacağınız kararları almanızı, yapacağınız işleri yapmanızı engelleyen nedir?
Elinizi kim tutuyor, çıkın açıklayın, vatandaşlar da öğrensinler.
ALMANYA’YA TEPKİLER ÜZERİNE...
İKİ bakanın Almanya’da yapacağı propaganda konuşmalarına izin verilmemesi iktidar partisinin demokrasiyi yeniden hatırlamasına vesile oldu.
Başbakan, Adalet Bakanı, CHP Genel Başkanı, Deniz Baykal, bu uygulamanın demokrasiyle bağdaşmadığını söylediler, Almanya’yı kınadılar.
Doğru söylediler, bu tür hareketlerin demokrasiyle bağdaşıyor olması mümkün değildir.
Her zaman olduğu gibi “eli yükselten” Cumhurbaşkanı oldu, bu hareketin “geçmişteki Nazi uygulamalarına benzediğini” söyledi.
Bu sözleri duyunca benim de aklıma ilk gelen, bir bildiriye imza attı ya da hükümetin sevmediği fikirleri sağda solda seslendirdi diye üniversitelerden atılan öğretim üyeleri geldi.
Nazi döneminde Alman üniversitelerinde çalışma olanağı kalmayan birçok değerli üniversite hocası Türkiye’ye sığınmış, üniversitelerimizin gelişmesine önemli katkılar vermişlerdi.
Türkiye’de üniversitelerden atılan hocalarına destek vermek için gösteri yapan öğrencilere cezalar verilmesi üniversite yöneticileri için büyük bir ayıptır. İleride birileri de onlar için “Nazi uygulamaları” der mi acaba? Böyle bir utançla yaşamasını düşmanım için bile istemem.
Haklarında hiçbir iddianame yazılmamış gazeteciler aylardır cezaevlerinde tutuklu olarak bulunuyorlar. Neyle suçlandıkları da belli değil, neye dayanılarak suçlandıkları da. Yargılanmadan verilmiş bir cezayı çekiyorlar.
Belli ki bütün bu bilgiler Cumhurbaşkanı’ndan saklanıyor!
Bunları biliyor olsaydı, Nazi benzetmesi yapmazdı.
ATEŞLE OYNAMAYIN
FENERBAHÇE–OSMANLISPOR maçının son dakikasında Mehmet Topal, “eline çarpan” ya da “eliyle düzelttiği” topa vurarak gol attı.
Doğal olarak rakip takımların yöneticileri ve taraftarları hakeme ateş püskürüyor.
Aynı şey Galatasaray ya da Beşiktaş için olsaydı, bu kez isyan edenler arasında Fenerbahçeliler de olacaktı.
Bu ne ilk kez oluyor, ne de son kez olacak.
Birincisi hakemlerimiz futbolu bilmiyor, ikincisi büyük takımların hakemler ve federasyon nezdinde korunması söz konusu.
Bu korumanın arkasında büyük bir baskı altında işlerini yapmaya çalışmak zorunda kalmalarının da rolü var.
Yöneticiler, kendi beceriksizliklerini örtmek için hakemlere saldırmaya devam ettikçe, bu baskıyla hakemler de yanlış kararlar vermeye devam edecekler.
Bu iş giderek çığırından çıkıyor.
Bakın Çevre ve Şehircilik Bakanı Mehmet Özhaseki, Kayserispor–Fenerbahçe maçından sonra hakem için ne dedi:
“Bunu bir kenara yazıyoruz. Bu arkadaş da yaptığı kötülüklerin bir karşılığı olduğunu görecektir mutlaka. Hiç kimsenin yaptığı yanına kâr kalmayacaktır.”
O maçtan sonra, hakem yorumcularının hepsi ittifak halinde, maçta sonucu etkileyecek hatanın olmadığını yazdılar. Ama bir bakan çıkıp “Bunu bir kenara yazıyoruz” diye hakemi tehdit edebiliyor.
Politikacılar, profesyonel futbolu da iktidar mücadelesinin bir alanı olarak kullanmaya çalıştıkları sürece bu sorun bitmez.
Türkiye’nin bugünkü ortamında, futbolu da bir siyasi mücadele alanı haline getirmek, ateşle oynamaktır. Özhaseki, söylediği sözün ne anlama geldiğinin farkında mı acaba?
Paylaş