Darbe girişimi kışlada önlenebilir miydi?

15 Temmuz günü MİT Müsteşarı’na karşı helikopterlerin ve ağır silahların da kullanılacağı ihbarını yapan Binbaşı O. K. ile ilgili olarak yazdığım yazıların, iktidarcı medyada “kontrollü darbe” iddialarına destek olarak yorumlanmasını hayretler içinde okudum.

Haberin Devamı

CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu, kontrollü darbe iddiasını ortaya attığında da sanıyorum bunu ilk eleştiren bendim. (5 Nisan ve 6 Nisan 2017 günü yayımlanan yazılarım.)

Binbaşı O. K.’nın ihbarı yapması ile darbe girişiminin başlaması arasında geçen yaklaşık sekiz saatlik sürede nelerin yaşandığını, nelerin eksik ya da yanlış yapıldığını sormak, öğrenmeye çalışmak, gazetecinin işidir.

Nitekim bu konuda yazdığım yazılarda bunu sordum.

Genelkurmay Başkanlığı, ihbarın bir darbe girişimi ihbarı olmadığını söylüyor.

İhbar, MİT Müsteşarı’na yönelik bir askeri operasyon yapılacağı ile ilgili.

Merak ettiğim ve sorduğum soru bu: Genelkurmay Başkanı ve MİT Müsteşarı, bir grup askerin helikopterler ve ağır silahlarla Hakan Fidan’ın hangi amaçla kaçırılacağını düşünmüştü?

Haberin Devamı

Herhalde fidye isteneceğini düşünmüş olamazlardı.

Nitekim Genelkurmay Başkanlığı’nın TBMM’ye gönderdiği yanıtlarda, bunun “daha büyük bir girişimin parçası olabileceğinin değerlendirildiği” de yazılı.

Zaten onun için de Genelkurmay Başkanı, Türkiye hava sahasını askeri uçuşlara kapatma emrini vermiş.

Kontrolden çıkmış bir grup askerin “daha büyük girişimi”, darbe kalkışmasından başka ne olabilirdi?

Türkiye’nin güvenliğinden sorumlu iki üst düzey yetkilinin bu ihbarı bir darbe girişimi olarak değerlendirmemiş olmaları, neye işaret eder?

Değerlendirmeyi doğru yapmış olsalardı, 15 Temmuz 2016 günü bu kadar insan şehit olur ya da yaralanır mıydı?

Bunu sormak her şeyden önce 15 Temmuz’da hayatlarını kaybedenlere karşı vicdani bir borç sayılmalıdır.

Nitekim, TBMM komisyonuna ifade veren diğer komutanlar, darbe girişimi değerlendirmesi yapılmış olsaydı, Genelkurmay Başkanı’nın ek bazı emirlerle bu girişimi baştan önleyebileceğini de söylüyorlar.

Genelkurmay İkinci Başkanı Orgeneral Ümit Dündar’ın TBMM Komisyonu’na yaptığı açıklama: “Şimdi, iki kişi arasında geçen konuyu tam olarak bilmem mümkün değil. Ancak, belki şöyle bir yorum yapabilirim: Eğer gelen bilgi –gelen bilginin ne olduğunu bilmiyorum, samimi olarak ifade ediyorum- ancak gelen bilgi herhangi bir darbeye yönelik olmuş olsaydı Genelkurmay Başkanımız tarafından daha farklı emirlerle de bunun destekleneceğini değerlendiriyorum.”

Haberin Devamı

Ben de iddia ediyorum ki Genelkurmay Başkanı ve MİT Müsteşarı, doğru değerlendirme yapmış olsalardı, bu kalkışma, darbeciler kışladan dışarı çıkma fırsatını bulamadan bastırılabilirdi.

Nitekim, Özel Kuvvetler Komutanı’nın verdiği bir tek emri, şehit astsubay Ömer Halis Demir hayatı pahasına yerine getirdi ve Semih Terzi’yi vurarak Özel Kuvvetler Karargâhı’nı ele geçirmeye çalışan darbecilere ağır bir darbe vurdu.

O gün kuvvet komutanlarına ve birlik komutanlarına birliklerinin başında olma emri verilmiş olsaydı, subay ve astsubayların görev yerlerini terk etmeleri yasaklanmış olsaydı, Fetullahçı darbeciler bu kadar kolay hareket edebilirler miydi?

Haberin Devamı

Özel Kuvvetler Komutanı Korgeneral Zekai Aksakallı, Astsubay Halis Demir’in öldürülmesi ile ilgili davada şu ifadeyi verdi:

“Silahlı Kuvvetlerde kriz ve olağanüstü durumlarda haber alınır alınmaz ilk tedbir olarak ‘Personel kışlayı terk etmesin’ emri verilir. Birlik komutanları kışlalarında, mesaiye devam edilir. Her zaman uygulanan bu temel ve basit kural 15 Temmuz’da ilk haber alındığı zaman uygulanmamıştır. Uygulansaydı, darbe girişimi baştan açığa çıkardı.”

Nitekim, Kara Havacılık (Güvercinlik) iddianamesinden öğrendik ki darbeciler o gün rahat hareket etmek için nöbet çizelgelerini değiştirmişler, Fetullahçı subaylara nöbet yazarak, yasalara bağlı personelin mesai sonrasında yerlerini terk etmelerini beklemişler.

Haberin Devamı

Eğer Genelkurmay Başkanı, doğru bir değerlendirme yapmış olsaydı, bu emri verirdi ve görev yerlerinde kalan yasalara bağlı subaylar, gerekirse canları pahasına bu girişimi önlerdi.

Girişimin, ihbara rağmen önlenememiş olması, Genelkurmay Başkanı ve MİT Müsteşarı’nın “yetersizliği” ile açıklanabilir.

Hatayı yapan tek başına Genelkurmay Başkanı değil, MİT Müsteşarı da onun kadar sorumlu.

Sorulması gereken başka sorular da var:

“Büyük bir askeri girişim” değerlendirilmesi yapıldıktan sonra neden Cumhurbaşkanı, Başbakan, İçişleri Bakanı ve Milli Savunma Bakanı durumdan haberdar edilmedi?

Darbeyi birisi eniştesinden öğrendi, diğeri otoyolda tanka rastladı, öteki uçaktaydı vs.

Haberin Devamı

Böyle önemli bir ihbarı, diyelim ki darbe girişimi olarak görmediniz ama yine de bu makamları durumdan haberdar etmek, polisi önceden tedbir amacıyla alarma geçirmek gerekmez miydi?

Bu sorulara Genelkurmay Başkanı da MİT Müsteşarı da tatmin edici yanıtlar vermedi.

O tatmin edici yanıtları alana kadar da bu soruları sormak, gazetecinin görevidir.

Bir not: Genelkurmay Başkanı’nı doğru değerlendirme yapmadığı için eleştiriyorum ancak hakkını da teslim etmeliyim. Orgeneral Hulusi Akar, darbecilere ilk andan itibaren hayatı pahasına karşı çıktı, direndi ve onun bu direnişi de darbe girişiminin başarısızlığında önemli rol oynadı. Onun darbenin önlenmesindeki rolünü küçültmek de kimsenin aklından geçmemeli.

 

Yazarın Tüm Yazıları