Paylaş
Söz Anayasa değişikliği kabul edilirse yeniden kurulacak olan Hâkimler, Savcılar Kurulu’na gelince şöyle konuştu:
“Cumhurbaşkanı dört kişi atayabiliyor. Meclis de 5’te 3 çoğunlukla 7 kişiyi atayabiliyor. Meclis devre dışı bırakılıyormuş, ayıptır Kılıçdaroğlu.”
Bu sözlerini gazetede okuyunca, “Sadece halkımız ve değişikliğe oy veren milletvekilleri değil, Cumhurbaşkanı da Anayasa değişikliklerinin ne getirdiğini tam olarak bilmiyor” diye düşündüm.
Değişiklik önerisine göre, kurul iki daire halinde çalışan 12 kişiden oluşacak ve Adalet Bakanı, kurulun başkanı olacak. Adalet Bakanlığı Müsteşarı da kurulun “doğal” üyesi.
Bu iki kişiyi de “yürütmenin başı” olarak Cumhurbaşkanı bizzat atayacak, bu atama ile ilgili olarak herhangi bir Meclis onayı vs de gerekmiyor.
Kurulun üç üyesi birinci sınıf adli yargı hâkim ve savcıları arasından, bir üyesi birinci sınıf idari yargı hâkim ve savcıları arasından Cumhurbaşkanı tarafından seçiliyor.
Bu durumda Cumhurbaşkanı, kurulun (2+4) altı üyesini bizzat seçmiş olacak. Cumhurbaşkanı’nın televizyonda söylediği gibi dört üye değil!
TBMM, üçünü Yargıtay mensupları arasından, birini Danıştay üyeleri arasından, üç üyeyi de hukukçu öğretim üyeleri ve avukatlar arasından seçecek.
TBMM’nin seçeceği üyelikler için adaylar TBMM Anayasa ve Adalet komisyonlarında oylanacak. Her bir üye adayı için ilk turda üye tam sayısının 3’te 2 çoğunluğu gerekiyor. Bu çoğunluk sağlanamaz ise 5’te 3 çoğunluk aranıyor. Hiçbir aday bu çoğunluğa ulaşamaz ise en çok oyu alan iki aday arasında kura çekilip, TBMM Genel Kurulu’nun onayına sunuluyor. Buradaki “gizli” oylamada da aynı sırayla çoğunluk aranıyor, çoğunluk bulunmazsa en çok oy alan iki aday arasından kura çekiliyor.
TBMM Komisyonu’nda çoğunluk, iktidar partisine ait. Dolayısıyla herhangi bir uzlaşı aramaya gerek kalmadan, iktidar çoğunluğu “en çok oyu” iki adaya yönlendirip, içlerinden birisinin kurayı kazanmasını sağlayacak.
Aynı çoğunluk TBMM Genel Kurulu’nda da aynısını tekrarlar ve seçilecek üyeleri iktidar partisi tek başına belirlemiş olur.
Yani Cumhurbaşkanı’nın dediği gibi adaylar TBMM’de 5’te 3 oy almak zorunda değil, iş sonunda basit çoğunluk ve kuraya kalıyor.
Cumhurbaşkanı, aynı zamanda iktidar partisinin de genel başkanı olduğuna göre, üyeleri kim seçmiş oluyor?
Bu şekilde oluşacak kurul daha sonra Yargıtay, Danıştay üyelerini seçiyor, yargıdaki tayinleri, terfileri yapıyor.
Siyasi otorite tarafından doğrudan belirlenen bir kurul, adalet sisteminin tepesinde olduğu zaman, o yargının bağımsızlığından söz edilebilir mi?
Bu, kuvvetler ayrılığını tamamen ortadan kaldıran bir teklif ve bu özelliğiyle de ülkenin otoriter bir tek adam yönetimine girmesinin hukuki zeminini hazırlıyor.
BAŞBAKAN'I NEDEN DİNLEMEDİLER?
BAŞBAKAN Binali Yıldırım, 6 Mart 2017 tarihinde atv kanalında canlı yayına çıktı ve yurtdışında referandum propagandasının engellenmek istenmesiyle ilgili gelişmeler hakkında şöyle konuştu:
“Almanya gibi bazı Avrupa ülkelerinde de benzer problemler var. Hollanda’da bu ayın 14’ünde seçimler var, biraz ona yönelik olduğunu düşünüyoruz. Çünkü mevcut iktidar partisiyle o aşırı Wilders’in partisi arasında çok az fark var, onun için 14’ünden önce Hollanda’da bir etkinlik yapılması çok mümkün gözükmüyor ama 14’ünden sonra zannetmiyorum ki Hollanda böyle bir kısıtlama üzerinde dursun.”
Sonrasını biliyoruz. Dışişleri Bakanı, Hollanda’ya gitmek istedi, uçağına izin vermediler.
Onun üzerine Aile ve Sosyal Politikalar Bakanı, karayoluyla Almanya’dan Hollanda’ya giderek bir toplantı düzenlemek istedi.
Ve kıyamet de koptu. Hollanda, bir demokraside kabul edilemeyecek şekilde bakanı sınır dışı etti, konsolosumuzu gözaltında tuttu, bunu protesto etmek isteyen Türklere, orantısız ve vahşi bir şiddet uyguladı.
Hollanda’nın bu tutumu üzerine Türkiye hukuki yollara başvuruyor ki bu en doğal hakkı.
Ancak anlamakta hâlâ zorluk çektiğimiz şey, Başbakan’ın “14 Mart’tan sonra Hollanda böyle bir izin verebilir” düşüncesine rağmen, neden bu zorlamanın yapıldığı?
Bakanlar, Başbakan’ı dinlemediler mi? Başbakan’dan izin almadılar mı? Başbakan izin verdiyse, 6 Mart’taki fikrini neden değiştirdi? Başbakan izin vermediyse, bakanlar izni kimden aldı?
AMAN GAZA GELMEYİN!
“BİR musibet, bin nasihatten iyidir” atasözünü ilk kim söylediyse nur içinde yatsın, gerçekten de doğru söylemiş.
Hollanda polisinin Türk göstericilere karşı uyguladığı orantısız–vahşi şiddet ve Hollanda ile Alman makamlarının demokratik toplanma hakkını engellemesi, düşünceyi açıklama özgürlüğünü yok etmesi sayesinde, bizler de insan hakları ve demokrasi konusundaki bilgilerimizi tazelemek olanağı bulduk.
Bir defa hatırladık ki bir demokraside, vatandaşların bir araya gelerek miting yapmaları, propaganda toplantıları düzenlemeleri temel bir insan hakkıymış.
Bunu engelleme çabasına ancak, Nazizm ve faşizmde rastlanabilirmiş.
Ve yine hatırladık ki polisin, barışçı bir gösteriyi, aşırı şiddet kullanarak dağıtması da bu tür faşist rejimlere özgü bir olaymış.
Afiş asmak, pankart açmak, konuşma yapmak fikir özgürlüğünün ayrılmaz bir parçasıymış. Bunları engellemek, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi hükümlerine ve AİHM kararlarına aykırı davranışmış ve bir demokraside bu kabul edilemezmiş.
Demokrasilerde her türlü fikre saygı göstermek gerekiyormuş. En beğenmediğimiz fikirlerin bile açıklanma hakkını savunmak, bir demokraside herkesin hakkıymış.
Tabii bunları tekrar hatırlamamız iyi bir şey olmakla birlikte, hatırladığımız şeyleri bu ülkede uygulamanın sakıncaları olduğunu da söyleyeyim ki benim bu sözlerime kanıp kendinizi sokaklara atmayın. Çünkü bizim polisin bunlardan pek haberi yok.
Benden uyarması. Siz yine de gaza gelmeyin derim.
Paylaş