Paylaş
Hasan Aydın isimli terörist, 8 sanıklı El Kaide davasında, örgütün sınır sorumlusu İlhami Balı ile birlikte yargılanmış.
2012’de açılan dava, 2015’te sonuçlanmış ve Hasan Aydın, 6 yıl 3 ay hapis cezasına çarptırılmış.
Aydın’ın, Adana’da işlettiği telefon bayisinden örgütsel amaçlarla kullanmak için başkalarının kimlik bilgileriyle telefon hatları çıkarttığı tespit edilmişti.
Aynı dava dosyasında, Aydın’ın, El Kaide’nin Suriye sorumlularından Marouf Ossi ile Adana’da buluştuğu ve piknik yaptığı bilgisi de var.
Burada dikkatinizi çekmek istediğim konu, Hasan Aydın’ın yargılanması sürerken, sekiz ayın sonunda yani 3 Aralık 2012’de tahliye edilmiş olması.
El Kaide, bir terör örgütü ve Türkiye’de de büyük katliamlar yapmış bir örgüt.
Ve bu örgütün üyesi olduğu belli olan, örgüt üyelerine rahat iletişim için başka isimlerle telefon hattı çıkartan, örgütün Suriye sorumlusu ile Türkiye’de buluşabilen bir kişi Hasan Aydın.
Ve nedense mahkeme, bu örgüt üyeliğini dikkate almadan, Aydın’ı sekiz ayın sonunda salıvermiş.
Bu karar, en ufak suçtan bile insanların yıllarca tutuklu kalabildiği bir ülkede verilmiş.
Hasan Aydın’ın görünmez eller tarafından korunmasının tek örneği bu değil.
Milletvekillerinin bile tutuklu yargılandığı bir ülkede oluyor bunlar!
Bu son yakalanışından 4 ay sonra da ailesiyle birlikte Suriye’ye geçtiği anlaşılıyor.
Öte yandan örgütün Suriye sorumlusunun, ülkeye rahatça girebildiği ve Adana’da örgüt mensubu terörist ile buluşup piknik bile yapabildiği gerçeği de var.
Adamlar ellerini kollarını sallayarak Türkiye’ye girip çıkmışlar, faaliyetlerine devam etmişler.
Yakalanan terörist de kısa sürede mahkemeden paçayı kurtarıp Suriye’ye geçebilmiş.
“Esad’ı devireceğiz” diye, cihatçı militanların faaliyetlerine göz yumulduğu bir dönemin bu ülkede yaşandığına işaret ediyor bütün bunlar.
Aynı dönemde bu örgütler, Türkiye’de de hücrelerini kurabildiler, yeni militanlar ve sempatizanlar devşirebildiler.
Bugün başımızda IŞİD terörü diye bir bela varsa, bunun bir nedeni de, kökeni de o günlere dayanıyor.
MUHALEFET PARTİSİ GİBİLER
CUMHURBAŞKANI Recep Tayyip Erdoğan, “ciddi bir Boğaz yasasının” çıkartılması gerektiğine karar verdi.
Müteahhitlerin “bodrumu zemin yaparak” kente ihanet ettiğini söyledi. “İstanbul’u felç ettiler” dedi.
Başbakan Binali Yıldırım da şehirleşmede yatay mimariyi teşvik edeceklerini söyledi.
Bu sözleri bir yabancı okumuşsa şöyle düşünmüştür: “Bak, Türkiye’ye yeni bir yönetim geldi, özellikle İstanbul’da belediyenin yaptığı hataları düzeltecek kararlar alıyorlar!”
Ama biz biliyoruz ki İstanbul’u, 27 Mart 1994 tarihinden bu yana, 23 yıldır bizzat Recep Tayyip Erdoğan yönetiyor.
Partisini kurup Başbakan olduktan sonra da İstanbul ile ilgili her önemli kararın kendisine danışıldığını, son kararı onun verdiğini de biliyoruz.
Demek ki 23 yıldır hep yanlış kararlar vermişler.
Müteahhitlerin rant uğruna İstanbul’u yaşanmaz hale getirmelerine göz yummuşlar.
Ve şimdi de sanki yeni iktidara gelmiş bir muhalefet partisi gibi konuşuyorlar.
BAŞKANLIK SİSTEMİNİN TEHLİKESİ
BAŞBAKAN Yardımcısı Numan Kurtulmuş, “Sandıktan evet çıkması terörle mücadeleye verilen bir destek anlamına da gelir. Evet oyu çıkarsa, bu terörle mücadelenin daha etkin bir şekilde sürdürülmesine de evet anlamına gelir” dedi.
Doğrusunu isterse, tam tersi daha olası:
Eğer Anayasa referandumunda “Evet” çıkar ve değişiklikler gerçekleşirse, partili bir Cumhurbaşkanı’nın elinde bir parti devletine dönüşecek Türkiye’de, toplumsal fay hatlarında gerilimin yükseleceğini düşünmemiz için çok neden var.
Başkanlık sisteminin istikrarlı bir devamlılık gösterdiği tek ülke ABD. Denge ve fren mekanizmaları güçlü, yargı bağımsız, yasama organı, yürütmeye tabi değil.
Onun için o ülkede kimse devleti, bir parti devletine dönüştüremiyor.
Ama bizim oylayacağımız “Türk tipi başkanlık sisteminin”, ABD’deki başarılı örnek ile hiçbir ilgisi yok.
Aynı şekilde ABD’deki sistem ile ilgisi olmayan Venezuela’da, Gambia’da ve benzerlerinde başkanlık sisteminin neden olduğu krizler, ciddi rejim krizlerine dönüştü.
AKP, parlamenter sistemin istikrarsızlıklar üreteceğini savunuyor. Ama unutmayalım ki bu sistemdeki krizler, hiçbir zaman rejim krizine dönüşmüyor.
En iyi örneği de Hindistan. Onlarca farklı dilin konuşulduğu, farklı inançların ve etnik grupların bir arada olduğu bir ülke, parlamenter sistemin krizleri daha kolay çözebiliyor olması sayesinde bir ve bütün durabiliyor.
Türk tipi başkanlık sistemi, ülkenin bir yarısını tamamen sistemin dışına itip temsil edilemez hale getireceği için sakıncalıdır.
Bunun ülkeye istikrar getirmeyeceği bugünden belli değil mi?
Paylaş